Türkiye futbol hastalığına ne zaman ve nasıl tutuldu?
1950′lerden başlayarak yığınlar halinde kentlere hücum eden kitlelere, sadece bir kaç on yıl önce savaşlar ve işgallerle harap olmuş kentlerin verebileceği fazla bir şey yoktu. Milyonlarca insan akın akın gelirken onları tiyatro seyircisi, kütüphane müdavimi, müze ziyaretçisi yapmak kolay değildi. Kent de onlara çamurlu sokak aralarında sigara dumanlarına boğulmuş kahvehaneler ve yırtık ayakkabıları ile top tekmeleyebilecekleri boş arazilerden başka bir şey vermedi. Önce yığıldıkları banliyö semtlerinden utangaç bakışlarla baktı yoksul yığınlar kentin meydanlarına, sahil yollarına, görkemli caddelerine. Sonra bu yığınlar sel oldu kentin kalbine aktı. Acılı yemekleri, yanık türküleri, geleneksel kültürleri ile seller gibi akan yığınlara direnemedi ve birer birer teslim oldular kentler.
Kentleri istila eden yığınlara bir de eğlence gerekirdi. İşte futbolun yıldızı böyle parlamaya başladı. Artık yırtık ayakkabı ile top tekmeleyenlerin sayısı gökteki yıldızları bile geçmişti. Eğlenceye aç insan yığınlarına sunulacak nimet olgunlaşmıştı.
Önceleri mesafeli durdukları bu eğlencenin onlara ne kadar yoğun tatminler sağladığını keşfeden yığınlar hızla tribünleri doldurdu. Ve bu yığınlar, rakibe saygı duyan ve eşit bir mücadelenin keyfini çıkartmaya çalışanları kovdu hızla stadyumlardan. Yığınlar, simit, çekirdek ve su satıcıları ile beraber tribünleri doldurdukça, tahammül de azaldı başarısızlığa. Korolar halinde küfürler yağdırmaya başladılar arabesk şarkıları eşliğinde. Önce hakeme, sonra rakibe, sonra da kendi kulüplerinin futbolcularına, yöneticilerine, teknik direktörüne, herkese ve her şeye.
Aralarından, kentleri istilaları sırasında uyanık davranarak zenginleşmeyi başarmış olanları, kulüp yöneticisi seçtiler. Seçilen yöneticiler de bu fırsatı kaçırmadılar. Kendilerini seçenlerin şiddetine ve edepsizliğine göz yumarak, hatta bu durumu hararetle teşvik ederek gitgide büyüyen bu endüstrinin rantını kullanmaya yöneldiler. Rant onlara servet ve iktidar sağladı.
…
Bir tür ecstasy işlevi gören bu tip sportif aşırılıkların sürekli bilinçaltına pompalanması, ancak kitlesel umutsuzluk dönemlerinde başarılı sonuç verir. Çünkü top kaleye girdiğinde milyonlarca insanın seyrettiği bir televizyon yayınında böğürmeye benzer sesler çıkartan bir anlatıcı ya da yorumcu, sağlıklı bir kitlesel ruh hali döneminde ancak küçümsenme ve alayla karşılanırken, kötümserlik dönemlerinde lider, ya da tetikleyici olarak algılanır. Çünkü kitleler en çok korkunun baskın olduğu kötümserlik ataklarında sürüye uyma eğilimindedir ve milyonlarca izleyici de, aynı beden diliyle bu duygusal patlamaya iştirak eder.
Tuncer Şengöz
www.sosyonomi.com sitesinden izinle alıntılanmıştır.