Mağaradakiler
  • Travel
Tag:

ehl-i sünnet

İslâmi Bakış

İbn Teymiyye Hakkında

by Halit Sevimli 30 Ocak 2011

SORU:

İbn Teymiyye hakkında Leknevî’nin, “İkâmetu’l Hucceh” isimli kitâbının 29. sayfasında özetle: “İbn Teymiyye büyük âlimlerdendir. Tâcüddîn Sübki, İbn Seyyidinnâs ve başkaları onu gâyet methetmiştir. Böyle olmakla berâber, ondan bir takım bozuk inançlar da nakledilmektedir. Bu bozuk inançlardan dolayı Yâfiî ve İbn Hacer El Mekkî ve daha başkaları tarafından yerilmiş, kınanmış ve tenkîd edilmiş (eleştirilmiş) tir.

İbn Teymiyye de bir beşerdir; günâhları ve hatâları vardır. Hatâları husûsunda kişi uyanık olmalı, (ilimdeki) mahâret ve fazlını da (meziyetini de) kabûl etmelidir.” denilmektedir. Bu hususta ne dersiniz?

CEVAP:

Evet, İbn Teymiyye’nin bir âlim olduğu, herkesçe bilinen bir şeydir. Onun âlim olmadığını iddiâ eden bir kimse de yoktur; ancak bundan daha önemli olan, Ehl-i Sünnet ve Cemâat i’tikâdından ayrılmamak ve fâsid, bâtıl, bozuk bir i’tikâda, bir inanca sâhip olmamaktır. İşte asıl önemli olan (ve olmazsa olmaz olan) budur.

Adı geçen şâhıs ise, ne yazık ki birçok bâtıl, bozuk, fâsid ve sapık inanç sâhibi olup, bunlardan bâzıları şunlardır:

  1.  Allâh’ın mahdût (sınırlı, yâni haddi ve sınırı bulunan) bir varlık olduğunu söylemesi “El Muvâfakah”, cilt 2, sayfa 29-30)
  2.  Allâh’ın cisim ve cismânî bir varlık olduğunu iddiâ etmesi. (“Beyân-u Telbîsi’l Cehmiyyeh”, cilt 1, sayfa 101 ve diğer kitapları)
  3.  Yaratılmışlardan bir kısmının ezelî olduğunu söylemesi. (“El Muvâfakah”, cilt 2, sayfa 75)
  4.  Allâh’ın hareket ve intikâl ettiğini (bir yerden bir yere geçtiğini), hakîki anlamda semâya indiğini iddiâ etmesi. (“Minhâc”, cilt 1, sayfa 210 ve cilt 2, sayfa 26)
  5.  Allâh’a cihet (yön) ve mekân izâfe etmesi. (“Minhâc, cilt 1, sayfa 217)
  6.  Allâh’ın oturduğunu söylemesi (“Mecmûatu’t Tefsîr”, sayfa 354-355 ve “Beyân-u Telbîsi’l Cehmiyyeh”, cilt 1, sayfa 576)
  7.  Cehennem’in yok olacağını, içindekilerin azâbının son bulacağını iddiâ etmesi. (“Er Raddu Alâ Men Kâle Bi Fenâil Cennet-i Vennâr”, sayfa 67)
  8.  Peygamberler ve sâlihler ile tevessül etmenin harâm olduğunu söylemesi. (Et Tevessülü Ve’l Vesîleh”, sayfa 24 ve 150)
  9.  Peygamberimizin seâdetli kabrini ziyâret etmek için yolculuk yapmanın harâm olduğunu iddiâ etmesi. (“Mecmû-u Fetâvâ”, cilt 4, sayfa 520, “El Fetâve’l Kübrâ”, cilt 1, sayfa 142 ve “Er Raddu Alel Ahnâî”, sayfa 165)

Bunların hepsine büyük âlimler tarafından yüzlerce, hattâ binlerce reddiye (kitap) yazılmış, gerekli ilmî cevaplar verilmiştir.

Görüldüğü üzere, bu sapık bâtıl ve bozuk inançlar basit şeyler, basit meseleler değildir. Yutulup hazmedilebilir, kabul edilebilir olmaktan çok, hem de çok uzaktır. Hiçbir Müslüman bunu yüklenemez, kabul edemez.

Evet, bu kişinin âlimlerden olduğu konusuna dönelim. Evet, bu kişi âlimdir, geniş, ilme sâhiptir, ancak büyük âlimlerden Veliyyüddîn Irâkî Hazretlerinin de ifade ettiği gibi “عِلْمُهُ أَكْبَرُ مِنْ عَقْلِه” “İlmuhû ekberu min aklihî” “İlmi aklından büyüktür.” Maalesef aklını kullanamamış, bu yüzden “لَيْسَ كَمِثْلِه شَىْءٌ” (Eş Şûrâ Sûresi 11) Âyet-i Kerîme’sine muhâlefet etmiş, karşı gelmiştir.  Âyet-i Kerîme’nin mânâsı: “Allâh’ın benzeri hiçbir şey yoktur. Allâh, hiçbir bakımdan hiçbir varlığa benzemez.” demektir.

Adı geçen kitaptaki (“İkâmetu’l Hucceh”): “Mahâret ve meziyetini de kabûl etmelidir.” ifâdesine gelince; evet, bu şahsın ilminin çok olduğunu herkes kabûl etmektedir, ancak bu ifâde: “Onun hatâlarını örtün, hatâlarından bahsetmeyin.” anlamına da gelmemeli, böyle bir anlam çıkarılmamalıdır. Çünkü bu şahsın hatâlarını -ki bu hatâlar çok büyük, çok ağır ve Yüce Allâh’ın celâline, ululuk, izzet, azamet ve şânına yakışmayan hatâlardır- örtmek, gizlemek, bu hususta bir şey söylememek (konuşmamak), bu hatâların doğru olduğu anlamına gelir ve bu durumda âlimlerin, gerçekleri açıklamadıklarından dolayı, Allâh nezdinde mes’ûl olmaları, hesâba ve sorguya çekilmeleri kaçınılmaz olur.

İşte bundan dolayıdır ki sayıları oldukça fazla olan Rabbânî âlimler, hemen kaleme sarılmışlar, adı geçen şahsı haklı olarak, hem de yerden göğe kadar haklı olarak ağır bir şekilde tenkîd etmişler, âdetâ eleştiri yağmuruna tutmuşlardır. Öyle ki, bu âlimlerden El İzz Bin Cemâa ve İbn Hacer El Mekkî El Heytemî bu şahsı sapık inançlarından, özellikle “Peygamberin kabrini ziyâret için yolculuk yapmak harâmdır.” dediğinden dolayı “إِنَّهُ عَبْدٌ أَضَلَّهُ الله“ (O, Allâh’ın doğru yoldan saptırdığı bir kişidir) diyerek tepkilerini açığa vurmaktan kendilerini alamamışlardır.

Ahmed Dâvûdoğlu Hocanın, Ömer Nasûhi Bilmen’den naklederek bildirdiği gibi, adı geçen şahsı tenkîd eden ulemâ arasında Hâfız Takiyüddîn Sübki ile yukarıda geçtiği gibi, İbn Hacer El Heytemî de vardır.

İlk zamanlarda Celâl Kazvîni, Kemâl Zemilkâni, Alâ’ Konevî (Konyalı) ve Muhammed Bin Harîrî gibi bir çok ulemâ, İbn Teymiyye’yi pek ziyâde (çok) methu senâda (övgüde) bulunmuşlar ve âdetâ onun (İbn Teymiyye’nin) cemâatini teşkil etmişlerse de, onun te’vîl götürmez (apaçık) sözleri karşısında birer birer kendisinden yüz çevirip uzaklaşmışlardır.

Hattâ onun aşırı taraftarlarından olan Zehebî kendisine nasîhatta bulunmuş, bir müddet muhâlifleri ile aralarını düzeltmeye çalışmış, fakat netîcede o da kendisinden bir hayli inhirâf etmiş (ayrılıp uzaklaşmıştır). (“Dîn Tahripçileri”, sayfa 76)

Zehebî’nin İbn Teymiyye’ye nasîhati çok önemlidir. Bu yüzden mutlakâ okunmalıdır. Bunun için adı geçen kaynağın aynı sayfasına bakınız.

Bu gerçekler güneş gibi meydanda iken; bâzı kişiler, İbn Teymiyye gibi kimseleri radyo ve televizyonlarında methederek, halkımızın, onların i’tikâd ve inançlarını benimsemelerine sebep olduklarından dolayı, Âhirette Rûz-i Cezâ’da, Mahkeme-i Kübrâ’da; yâni o büyük mahkemede, Yüce Allâh’a nasıl hesap vereceklerdir? Başlarını ellerinin arasına alarak iyice bir düşünsünler!

Halit Sevimli

30 Ocak 2011 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
İslâmi Bakış

Vehhâbîlik Nedir?

by Halit Sevimli 16 Kasım 2010

Vehhâbîlik bozuk ve sapık bir fırkadır. Onsekizinci yüzyıl ortalarında, Arabistan yarımadasının Necd bölgesinde ortaya çıkmış, Muhammed Bin Abdülvehhâb tarafından kurulmuştur. Bu şahıs İbni Teymiye’ye sâhip çıkmış, onun bozuk fikir ve görüşlerinin yayılmasında başrol oynamıştır. Bu fırkaya bağlı olanlara, Vehhâbîler adı verilir.

Vehhâbîlerin Ehl-i Sünnet’e Karşı Olduğu Belli Başlı Konular:

1- Sözlerine inandırabilmek ve insanları kendi saflarına çekerek bâtıl i’tikâdlarını yayabilmek için, Selef-i Sâlihîn’in yâni sâlih olan selef’in (Ashâb-ı Kirâm ve Tâbiînin) yolunda olduklarını söyleyerek, selefî ve Ehl-i Sünnet olmadıkları halde kendilerine “Selefîler ve Ehl-i Sünnet “ adını verirler.

2 -İ’tikâdda selefî (Ashâb-ı Kirâm ve Tâbiînin i’tikâdında), amelde de Hanbelî mezhebinde olduklarını söyler diğer mezhepleri reddederler.

3- Dört şer’î delîlden, icmâ ve kıyas’ı kabul etmezler.

4- Peygamberimizin mübârek kabrini ziyâret için yola çıkmanın, yolculuk yapmanın harâm olduğunu söylerler, kabr-i şerîfinin, hırka ve mübârek sakalının ziyâret edilmesini şirk sayarlar.

5- Peygamberimize basit ve sıradan bir insan gözüyle bakarlar, onun için “postacı” tâbirini kullanırlar, yine ona karşı “ İslâmî hükümleri teblîğ edip vazîfesini bitirdikten sonra işi bitmiştir” diyerek edeb ve terbiyeye aykırı bir tavır sergilerler. Halbuki sevgili Peygamberimizin işi ve vazîfesi, İslâmî hükümleri teblîğ ettikten sonra vefât etmesiyle bitmemiştir.

O, kıyâmet kopuncaya kadar sâdece Müslümanların değil bütün insanlığın hidâyet rehberi, önderi, seyyidi, sultânı, kurtuluş ve seâdet yolunda mürşididir. O büyük Peygamberin rûhâniyeti Müslümanlarla berâberdir.

Evet, efendimiz sevgili Peygamberimiz bu fânî dünya hayâtına vedâ etmiştir. Ama onun azîz hâtırası, rûhâniyeti, rehberlik ve önderliği kıyâmete kadar devâm edecektir. Biz onunla, o sultânlar sultânıyla şeref duyuyor, iftihâr ediyoruz. Bizleri böyle bir Peygambere ümmet kıldığı için, Rabbimize her zaman şükretmeliyiz.

Şehîdler Allâh nezdinde nasıl mânen diri ve rızıklandırılmakta iseler, Peygamber efendimiz de mânen diridir, yaşamaktadır, Allâh nezdinde rızıklandırılmaktadır. Dolayısıyla efendimiz, sevgili Peygamberimiz için “İşi bitmiştir” denilmesi, İslâmî edeb ve terbiyeye son derece zıt ve aykırıdır.

6- Necd şehrini, Peygamber Şehri Medîne-i Münevvere’den üstün tutarlar.Herhangi bir sebeple Hicaz bölgesine gidip Necd’e geri döndüklerinde “Allâh’a şükür ki îmân beldesine geri döndük” derler.

7- Müteşâbih âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfleri zâhirî (görünen) mânâsıyla yorumlarlar. Bu yüzden yüce Allâh’ı yarattıklarına benzetir ve bir cisim olarak düşünürler.

8- Yüce Allâh’ın cisim olduğunu söyler, yedi kat göklerin üstünde Arş’ın üzerinde oturduğuna, kitap ve sünnette (sahîh olan) hiçbir delîl olmadığı halde Allâh’ın âhirette Peygamberimizi sağına alarak oturtacağına inanırlar; bu inançlarının da Selef-i Sâlihîn’in inancı olduğunu savunurlar; ancak iyi bilinmelidir ki bu bozuk inanç, kesinlikle Selef-i Sâlihîn’e mâl edilemez. Bunların Selef-i Sâlihîn dedikleri kişiler, kendilerinden oluşan bir azınlıktan başkası da olamaz. Böyle bir inanç ve i’tikâddan Allâh’a sığınırız.

9- Namâzı kılmayan bir Müslümanın dînden çıktığını, kâfir olduğunu söylerler.

10- Âdem Peygamberin peygamberliğini inkâr eder, ilk Peygamberin Nûh Peygamber olduğunu, peygamberliğin ondan başladığını söylerler.

11- Peygamberler ve sâlihler vesîle edilmez, (kişi duâ ederken Peygamberler, sâlihler hürmetine diyemez) derler.

12- Ölmüşlerin rûhları için Kur’ân-ı Kerîm okunmasını harâm görürler, El-Fâtiha sûresini okumak bile bid’attır derler.

13- Peygamberimizin rûhu için mevlid-i şerîf okunmasının büyük bir günâh olduğunu söylerler.

14- Bir Müslümanın “Yâ Muhammed! Yâ Rasûlallâh” demesini şirk sayarlar.

15- Tasavvuf ve tarîkatın, bid’at ve sapıklık olduğu inancını yayarlar.

16- Kendilerinin doğru yolda, gerçek Ehl-i Sünnet olan Mâtürîdî ve Eş’arîlerin ise, sapıklık içinde ve bâtıl yolda olduklarını iddiâ ederler. (Geniş bilgi için Dînî Terimler Sözlüğü Cild 2 Türkiye Gazetesi Yayınları ve Mekke-i Mükerreme Müftülerinden Zeynî Dahlân’ın eserlerine bakılabilir. Bu eserde, İbni Teymiye’nin Ehl-i Sünnet’e karşı olduğu yerlere de bakılabilir.)

Üstâd Bediüzzaman’a Göre Vehhâbîler

Bediüzzaman Saîd Nursî hazretleri’ne göre de:

1- Vehhâbîler muharriptir (yıkıcıdır).

2- Ehl-i bid’attir.

3- Hâricîler’in (Sıffîn harbinde hazreti Ali efendimize karşı gelip onun ordusundan ayrılanlar) bayraktârıdır.

4- Onlarda, ehl-i vilâyet’e (velîlere) karşı bir inkâr, bir tezyîf (yalanlama, sahtekârlıkla itham etme) damarı yerleşmiştir.

5- Muhyiddîn Bin Arabî gibi bir çok evliyâyı, inkâr ve tekfîr ediyorlar.

6- Ehl-i Sünnet Ve Cemâat’e karşı, seciyelerine (doğa ve tabiatlerine) bir iğbirâr (kin ve nefret) girmiştir. (Sözler, altıncı risâle olan altıncı mesele)

7- Evliyânın türbelerini tahrip ediyorlar.

(Nitekim Ashâb-ı Kirâm’ın kabirlerini büsbütün yok ettiler. Halbuki Ehl-i Sünnet âlimleri kabirlerin bilinmesi ve ziyâret edilmesi için hadîslerden yola çıkarak, sevgili Peygamberimizin de mübârek kabrini örnek göstererek, kabirlerin bir karış kadar yüksek yapılmasının uygun olduğunu bildirmişlerdir.)

Halit Sevimli

Daha geniş bilgi için: Halit Sevimli, Müslüman Allâh’a Nasıl İnanmalıdır?, Şefkat yayınevi, İstanbul, 2010

16 Kasım 2010 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
İslâmi Bakış

Ehl-i Sünnet Yolu

by Halit Sevimli 09 Kasım 2010

Yüce Allâh’a sonsuz şükürler, hamdu senâlar olsun ki büyük bir lütufta bulunarak, biz kullarını Mâtürîdî veyâ Eş’arî olmak gibi ulu bir ni’mete nâil eylemiştir.

Şüphesiz ki Eş’arîlik ile Mâtürîdîlik gerek sevgili Peygamberimizin ve gerekse Ashâb-ı Kirâm, Tâbiîn (Ashâb-ı Kirâma tâbi olanlar) ve Tebea-i Tâbiîn (Tâbiîne tâbi olanlar, uyanlar) Efendilerimizin yoludur. Bu yol Cadde-i Kübrâ’dır, ana yoldur, en büyük yoldur.

Bu yol tenzîh yoludur; Yüce Allâh’ı tenzîh edenlerin yoludur, O’nu teşbîh ve tecsîm etmekten, yâni yaratılmışlara benzetmekten ve O’nun cisim olduğuna inanmaktan sakınanların yoludur.

Bu yol Allâh’ın yersiz, yönsüz ve mekânsız olarak var olduğuna, O’nun zamandan, mekândan, hacim ve cisim anlamında “yed”, “vech” ve “ayn” dan (el, yüz ve gözden), zâhir yâni görünen mânâda inmekten ve gelmekten münezzeh olduğuna inananların yoludur.

Bu yol ki, Allâh’ın Kitâbına ve Rasûlullâhın Sünnet’ine bağlılık yoludur. Bu yol ki İmâm Ebû Hanîfe’nin, İmâm Mâlik’in, İmâm Şâfiî’nin, İmâm Ahmed’in ve İmâm Evzâî gibi diğer müctehidlerin yoludur. Bu yol Cüneyd-i Bağdâdî, Şâh-ı Nakşibendi, Abdülkâdir Geylânî, İmâm Rufâî’nin yoludur.

Doğrusunu söylemek gerekirse, İslâm diyârında, özellikle memleketimizde, yâni kendi öz vatanında, 70-80 seneden beri, hattâ bir asırdan beri Ehl-i Sünnet ve Cemâat i’tikâdı; garîb, öksüz, kimsesiz, sâhipsiz ve müdâfaasız kalmıştır.

Diğer bir ifâdeyle; vâdiler ıssız, dağlar arslansız kalmıştır. Üç beş arslan kalmışsa da onlarında ses telleri donmuş, dilleri tutulmuş, bu yüzden kükremez olmuşlardır. Evet, bu sâhada suskun kalınmış, bu temiz i’tikâd, mihraplardan, kürsü ve minberlerden haykırılmaz olmuştur.

Bakılmayan, özen gösterilmeyen tarla ve toprakların yabancı ve her çeşit otlar tarafından işgâl edildiği gibi, bugün Ehl-i Sünnet ve Cemâat inancı ve i’tikâdı da yabancı, zararlı ve tehlikeli inançlar tarafından işgâl edilir bir hâle gelmiştir.

Ne yazık ki günümüzdeki meslektaşlarımız, umûmiyetle üzerlerine düşen müdâfaayı yapmamakta, bir kısmının da bu yabancı ve zararlı bâtıl inançların te’siri (etkisi) altında kaldıkları, hattâ bu inançları savunur hâle geldikleri müşâhade edilmektedir.

Nitekim bâzı meslektaşlarımızın, sapık fırkalardan olan Cehmiyye fırkasının, “Allâh her yerdedir” tarzındaki ifâdesinin doğru olduğunu, böyle söylemekte bir mahsur olmadığını iddiâ ve hattâ müdafaa ettikleri görülmüştür. Hâlbuki bu ibârenin, ne niyet ile olursa olsun, Ehl-i Sünnet’e göre söylenmesi sakıncalıdır. Açıkçası “Allâh her yerdedir” sözü, Ehl-i Sünnet’e göre yanlış ve bâtıldır. Yegâne doğru olan, الله مَوْجُودٌ بِلا مَكَانٍ  (Allâh mekânsız olarak vardır) ifâdesidir. (Geniş bilgi için bkz. “Müslüman Allâh’a Nasıl İnanmalıdır?” Sayfa 247)

Peki, bu yabancı ve zararlı inançların memleketimizde yayılma istidâdı (eğilimi) göstermesinin sebebi nedir?

Cevap:

Bunun bir tek sebebi vardır; o da bu temiz, berrak ve nezih olan Ehl-i Sünnet i’tikâdının ihmâl edilip, insanlarımıza anlatılmaması ve öğretilmemesidir.

Muhterem Hocam! Bir hoca efendi ve ilâhiyatçı olarak sen, Müslümanlara karşı sorumlu olduğun vazîfeni yapmazsan, hâliyle ve tabiatıyla yabancılar gelerek, senin memleketinde cirit atarlar, bâtıl i’tikâdlarını yayar ve satarlar. Böylece senin evlâdını, “Allâh, Arş’a istikrâr etmiş, kurulup oturmuştur, O’nun eli hakîkidir” diyen, katıksız bir Mücessim (cisimlendiren, cisim olduğuna inanan)  yaparlar.

Peki, bunun önüne geçmek için ne yapmak lâzımdır?

Bunun önüne geçmek için, doğusuyla batısıyla, güneyi ve kuzeyiyle memleketimizin bütün hocalarının harekete geçmesi ve bu hususta seferber olması lâzımdır. Şöyleki: Ehl-i Sünnet i’tikâdını, önce kendilerinin sağlam bir şekilde öğrenmeleri, sonra da halkımıza öğretmeleri lâzımdır.

Şüphesiz ki gerçek dîn âlimlerinin esas ve temel vazîfelerinden biri de Ehl-i Sünnet’e karşı olan fırkalarla mücâdele etmektir. İlmi ve imkânı olduğu hâlde, vazîfesini yapmayarak, bu mücâdeleden kaçan her Müslüman, Allâh nezdinde suçludur, günâhkârdır.

Kuşkusuz ki bu ilim, yâni tevhîd ve i’tikâd ilmi; Ehl-i Sünnet âlimlerinin de ifâde ettikleri gibi, ilimlerin en şereflisi, en gözde ve güzîdesidir.

Bu ilmin, ilimler arasında ki derecesi böyle yüce olunca, bu ilmi öğrenerek insanlar arasında yayılmasına vesîle ve sebep olanların da, Allâh nezdinde en büyük ecir ve mükâfatlara nâil olacakları, kuşluk vaktindeki güneş gibi âşikârdır, ayan beyandır.

İnşâallâh Mü’min kardeşlerim böyle eserlerin değerini, kadr-u kıymetini bilirler, öğrenip öğreterek; İslâm’a ve Müslüman kardeşlerine hizmet ederler, insanların kurtuluşuna sebep olurlar. Böylece Yüce Allâh’ın rızâsına ererler. İşte en büyük kazanç da budur.

Halit Sevimli

Daha geniş bilgi için: Halit Sevimli, Ey Müslüman Tevhide Nasıl İnanmalısın?

09 Kasım 2010 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
İslâmi Bakış

Rabbimizi İyi Bilmeli ve İyi Tanımalıyız

by Halit Sevimli 31 Ekim 2010

Rabbimizi iyi bilmeli ve iyi tanımalıyız, çünkü İmâm Gazâlî Hazretlerinin dediği gibi:

لا تَصِحُّ الْعِبَادَةُ إِلاَّ بَعْدَ مَعْرِفَةِ الْمَعْبُودِ “Kişi ma’bûdunu, kendisine ibâdet ettiği ilâhını bilip tanımadıkça, ibâdeti sahîh olmaz.” Bundan dolayıdır ki, Rabbimizi ve O’nun sıfatlarını bilmek ve öğrenmek zorundayız.

Rabbimiz olan Yüce Allâh vardır. Bütün varlıklar O’nun varlığına şâhittir. Nasıl ki bir eser, müessirinin (sanatkârının) varlığını gösteriyorsa, tüm yaratılmışlar da, onları yaratan Allâh’ın varlığını gösterir.

Yüce Rabbimiz ezelîdir; varlığının başlangıcı yoktur. Yüce Rabbimiz ebedîdir; varlığının sonu yoktur. Yüce Rabbimiz bir ve tektir; eşi ve benzeri yoktur. Yüce Rabbimiz hiçbir varlığa benzemez. Yüce Rabbimizin varlığı kendindendir. O, ihtiyaçsızdır; aslâ bir şeye, bir varlığa, bir mekâna muhtâc değildir.

Yüce Rabbimiz diridir; O’nun için ölüm söz konusu değildir. Yüce Rabbimiz her şeyi bilir; bilmediği bir şey yoktur. Yüce Rabbimiz her sesi işitir; işitmediği bir ses olamaz. Yüce Rabbimiz her şeyi görür; görmediği bir şey düşünülemez. Yüce Rabbimiz irâde sıfatıyla vasıflıdır; O’nun irâdesi olmadan hiçbir şey meydâna gelmez. Yüce Rabbimiz her şeye kâdirdir; dilediği her şeye gücü yeter. Yüce Rabbimiz tekellüm (konuşma) sıfatıyla da vasıflıdır; ancak O’nun tekellümü ses ile değildir. O; harfler ve ses olmadan, tekellüm eder (konuşur). Yüce Rabbimiz yaratıcıdır; her şeyi yaratan, yoktan vâr eden O’dur. O’ndan başka bir yaratıcı yoktur.

Yüce Rabbimiz zerre olmadığı gibi, zerrelerden oluşmuş bir varlık da değildir. Dolayısıyla Yüce Allâh, mekân tutmaktan ve herhangi bir boşluğu doldurmaktan münezzehtir.

Yüce Rabbimiz, şekli ve sûreti olan bir varlık da değildir. Yüce Allâh oluşumdan, değişimden, herhangi bir şekil ve sûrete girmekten münezzehtir (arıdır).

Yüce Rabbimiz, mahdûd (sınırlı, haddi ve miktârı olan) bir varlık da değildir. Hacim bakımından yaratılmışların en büyüğü Arş-ı Âlâdır. Atomdan Arş-ı Âlâya, maddeden enerjiye, mekândan zamana bütün yaratılmışlar mahdûddur yani sınırlıdır, haddi ve miktârı vardır. Yüce Rabbimiz ise aslâ mahdûd bir varlık değildir.

İmâmımız İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe Hazretlerinin, “Fıkh-ı Ekber”inde dediği gibi; Allâh’ın ne büyük olsun, ne de küçük, aslâ bir haddi, sınırı ve miktârı yoktur.

Yüce Rabbimiz, bileşik ve birleşik bir varlık da değildir. Yüce Allâh, hâşâ insanlar gibi organı, âzâsı olan; eli, kolu, ayağı, bacağı, yüzü, gözü, gövdesi ve kulağı bulunan bir varlık da değildir.

Yüce Rabbimiz, herhangi bir bütün olmadığı gibi, bütünün bir parçası da değildir.

Yüce Rabbimizin herhangi bir mâhiyeti olmadığı gibi, herhangi bir kemmiyet ve keyfiyeti, yâni nicelik ve niteliği de yoktur; çünkü mâhiyet ve keyfiyet cisimlere mahsustur; Allâh ise cisim değildir.

Yüce Rabbimiz, yemekten, içmekten, çalışmaktan, yorulmaktan, uyumaktan, uyanmaktan, oturmaktan, kalkmaktan, inmekten, çıkmaktan, hareket etmekten, durmaktan, hareketli veyâ hareketsiz, yâni durgun olmaktan da münezzehtir.

Yüce Rabbimiz, herhangi bir şeye, bir cisme; meselâ bir insana hulûl etmez (girmez), onunla birleşmez. Muhakkaktır ki; bir şeyin, bir şeye girmesi için, bunlardan her ikisinin de cisim olması gerekir; Allâh ise, gerek kesîf ve gerekse latîf olsun, herhangi bir cisim değildir. Bu sebeple Yüce Allâh herhangi bir cisme girmekten yüce ve münezzehtir.

Yüce Rabbimiz, herhangi bir yönde olmaktan veyâ herhangi bir yerde meselâ, Arş’ta veyâ Ferş’te mekân edinmiş, başka bir tâbirle Arş’ı veyâ Ferş’i yer edinmiş olmaktan münezzehtir, Arş’ta veyâ Ferş’te ikâmet etmiş bulunmaktan da münezzehtir.

Şüphesiz ki, bir mekânda olmak, bir cihette bulunmak cisimlere mahsustur, Yüce Allâh ise, aslâ cisim değildir. (Ferş için bkz. “Müslüman Allâh’a Nasıl İnanmalıdır?” sayfa 279)

Yüce Rabbimiz yersiz, yönsüz ve mekânsız olarak vardır; nitekim Erzurumlu İbrâhim Hakkı Hazretleri “Mârifetnâme” sinde:

“Ne göklerde, ne yerlerde,
Ne sağ u sol, ne ön ardda,
Cihetlerden münezzehtir
Ki, hiç olmaz mekânullâh.”

diyerek, bu gerçeği dile getirir. (Mârifetnâme 263)

Cihet: Yön demektir.

“Hiç olmaz mekânullâh” demek de: “Allâh’ın aslâ bir yeri olmaz. Allâh mekândan münezzehtir, Allâh mekânsız, yâni yersiz olarak vardır.” demektir.

Bu inanç; sevgili Peygamberimizin, ashâbının ve başta dört mezhebin imâmları olmak üzere, İmâm Mâtürîdi ile İmâm Eş’arî’nin ve gerçek Ehl-i Sünnet Ve Cemâat olan biz Mâtürîdi ve Eş’arîlerin inancıdır. Bu inancı böyle bilmek, kadın erkek her Müslüman’a farzdır.

Arzu eden, İmâm-ı A’zam Hazretlerinin “Fıkh-ı Ekber” ine ve İmâm Nesefî Hazretlerin “Akîde” sine bakabilir. Daha geniş bilgi için “Müslüman Allâh’a Nasıl İnanmalıdır?” ile “Ey Müslüman Tevhîd’e Nasıl İnanmalısın?” isimli eserlerimize bakınız.

Bu inancı evlâtlarımıza öğretmek, ana ve baba olarak en büyük görevlerimizdendir.

Halit Sevimli

Daha geniş bilgi için:

Halit Sevimli, Müslüman Allah’a Nasıl İnanmalıdır?, Şefkat Yayınevi, İstanbul, 2010

Halit Sevimli, Ey Müslüman Tevhide Nasıl İnanmalısın?, Gonca Yayınevi, İstanbul, 2011

31 Ekim 2010 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Kitabiyat

Müslüman Allah’a Nasıl İnanmalıdır? – Halit Sevimli

by Magaradakiler 06 Ekim 2010

Günlük hayatta kullanıldığını işittiğimiz hangi kelime ve cümleler, itikadi açıdan büyük tehlike arz etmektedir? Birtakım kişilerce, tartışmalıymış gibi gösterilen bazı itikadi meselelerin doğrusu nedir? Ehl-i sünnet itikadına göre, Müslüman’ın imanı nasıl olmalıdır?

Bunlar ve benzeri pek çok konuda kapsamlı bilgi içeren eser, son derece sade bir üslupla ve her seviyeden okuyucunun anlayabileceği tarzda kaleme alınmış. Elimizdeki baskı, Enver Baytan ve Arif Coşkun Hoca Efendilerin sunumlarını haizdir.

Adı: Müslüman Allah’a Nasıl İnanmalıdır?

Yazarı: Halit Sevimli

Yayınevi: Şefkat-2010

Sayfa Sayısı: 368

06 Ekim 2010 3 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail

About Me

About Me

Writer & Reader

Neque porro quisquam est, qui dolorem ipsum quia dolor sit amet, consectetur, adipisci velit, sed.

Keep in touch

Facebook Twitter Instagram Pinterest Tumblr Youtube Bloglovin Snapchat

Newsletter

Subscribe my Newsletter for new blog posts, tips & new photos. Let's stay updated!

Recent Posts

  • Rachel Corrie

    16 Mart 2024
  • 2023 Kitap Fuarları

    25 Kasım 2022
  • 2022 Kitap Fuarları

    10 Ocak 2022
  • Covid-19 Pandemisi ve Sağlık Çalışanları Üzerindeki Etkileri: Sosyolojik Perspektif

    26 Mayıs 2021
  • 2021 Kitap Fuarları

    29 Ekim 2020

Categories

  • Edebiyat (6)
  • Ekonomi (6)
  • Featured (6)
  • Genel (23)
  • İş Dünyası (9)
  • İslâmi Bakış (11)
  • Kitabiyat (42)
  • Kitap Fuarı (6)
  • Kitap Fuarı Detay (7)
  • Life (2)
  • Moments (7)
  • Nature (5)
  • Sanat (1)
  • Stories (6)
  • Tarih (4)
  • Travel (5)

About me

banner
Soledad is the best selling Blog & Magazine WordPress Theme of this year on Themeforest.

Popular Posts

  • 1

    Writing New Life Chapter

    07 Haziran 2017
  • 2

    My Baby Cactus

    07 Haziran 2017
  • 3

    Green Corner in My Home

    07 Haziran 2017

Newsletter

Subscribe my Newsletter for new blog posts, tips & new photos. Let's stay updated!

  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram
  • Pinterest
  • Tumblr
  • Youtube
  • Bloglovin
  • Snapchat

@2019 - All Right Reserved. Designed and Developed by PenciDesign


Back To Top
Mağaradakiler
  • Travel