Mağaradakiler
  • Travel
Category:

Ekonomi

Ekonomi

Bölgeselleşme Nedir?

by Selami Gungordu 02 Ocak 2012

Özellikle ikinci dünya savaşından sonra dünyanın hemen her bölgesinde değişik amaçlarla ekonomik birlikler kurulmaya başlanmıştır. Bunları Asya-Pasifik, Orta doğu, Afrika, Avrupa ve Amerika kıtasındaki bütünleşmeler olarak gruplandırabiliriz. Bu gruplamada dikkati çeken en önemli husus bu ülkeler arasındaki coğrafi yakınlıktır. Bu durum ulaşım, taşıma ve sınır ticareti gibi avantajlardan ve kültürel yakınlıktan, bölgedeki gelişmişlik düzeyleri arasındaki farktan doğan avantajlardan daha kolay yararlanmak istemekten kaynaklanmaktadır.

Mevcut bölgesel bütünleşmelerin ne ölçüde başarılı olduğu tek tek tartışılabilir birçoğu daha kuruluş aşamasını bile tamamlayamamış, bir kısmı ise şeklen mevcuttur. Bölgesel bütünleşme hareketlerinin yaşandığı geçmişteki yaklaşık elli yıllık dönem, hukuki alt yapının kurulmasının başarı için yeterli olmadığını göstermiştir. Birbirlerine neredeyse satacak malı olmayan ülkeler arasında kurulan bütünleşmeler, ülkelere ciddi bir getiri sağlayamamaktadır. Buna karşılık iktisaden belli bir gelişmişlik düzeyinin üstünde olan ülkelerin kurduğu birleşmeler daha fazla başarı şansına sahiptir. Bu noktadan hareketle başarılı bütünleşmeler hemen kendini göstermektedir. Bütünleşmenin derinliği ve genişliği göz önüne alındığında Avrupa Birliği’nin en ileri bölgesel ticari bütünleşme olduğu hemen ortaya çıkmaktadır, Avrupa entegrasyonu sonucunda, sanayi ürünleri sektöründe büyük çapta net ticaret imkanı oluşturulmuştur. Ayrıca NAFTA, EFTA, AFTA, APEC ve MERCOSUR günümüzde mevcut bölgesel bütünleşmelerin en önemlileridir. Bu gelişmelerin beraberinde, mevcut bölgesel bütünleşmelerin bir üst aşamada daha gevşek ilişkilerle de olsa mevcut birlik düzenini belli oranlarda gevşeterek diğer bölgesel birlik ve bütünleşme hareketi içine girmeye çalıştıkları gözlemlenmektedir. APEC bunun en önemli örneğidir. Bunlardan başka dünyanın hemen hemen her bölgesinde daha pek çok bütünleşme hareketi mevcuttur. Ekonomik bütünleşme kendi başına bir hedef değil, refahın arttırılması amacı ile kullanılan bir araçtır[1]. Bu nedenle ticari blokların dünya refahını arttıran çok taraflı ticari sistemi destekleyen mi, yoksa onu temelinden sarsan oluşumlar mı olduğu tartışılmaktadır, ancak küreselleşmenin aksi yöndeki bazı davranışlara rağmen, küresel bir dünya ekonomisi doğrultusundaki akımların daha güçlü olduğu veya giderek güçleneceği aşağıdaki sebeplerden ötürü daha akla yatkındır.

-Dünya, Pazar ekonomisi ve serbest ticaretin önemini ve değerini giderek daha geniş çapta anlamaktadır.

-Güncel teknolojik gelişme, sınır tanımadan ülkeler arasında ortaklaşa dolaşarak yeni iş alanları doğurmaktadır.

-Tek bir ülkenin kendi başına üstesinden gelemeyeceği enerji ve çevre problemleri ortaya çıkmaktadır.

-Gelişmiş ülkeler tarafından gerçekleştirilen doğrudan yabancı yatırımlar, emeğin uluslar arası dağılımını geliştirmektedir.

-Yüksek teknolojinin ve hizmet sektörünün giderek güçlendiği mevcut yapıda, her ülkenin mukayeseli üstünlüğünü etken olarak kullanması emeğin uluslararası düzeyde düzenli biçimde gelişerek yatay ve dikey dağılımını sağlamaktadır.

-Dünya nüfusunun hızla artması ve yıkıcı boyuttaki çevre problemleri ülkelerin ortak hareket etmelerini ve ortak politikalar geliştirmelerini ve işbirliğini zorlamaktadır.

-Dünya ticaretindeki bütünleşme hareketlerinin etkisi ile sermaye transferi, hizmet ve teknoloji transferi daha liberal hale gelmiştir[2].

Avrupa entegrasyonu sonucunda sanayi ürünleri sektöründe büyük çapta net ticaret oluşturulmuştur. Bununla birlikte, topluluk dışı ülkelere karşı yapılan ayırımcılık tarım ürünlerindeki korumacılık ölçüsünde olmasa da halen sanayi ürünleri sektöründe devam etmektedir. Tarım sektöründe AB ve üçüncü ülkelerde refah kaybına yol açan ortak tarım politikası nedeniyle ticaret sapması hâkim durumdadır. NAFTA’nın kurulması sonucunda meydana gelen toplam ticaret sapması bazı sektörler ve ülkelerdeki etkilerine rağmen sınırlı boyutta olduğu gözlenmiştir.

Kalkınmakta olan birçok ülke, kendi sanayisini geliştirebilmek için ihracattan çok kendi iç pazarını düşünerek hareket etmekte, bunu da kendi sanayisini dış rekabetten, yüksek oranlı ithalat engelleri ile koruyarak sürdürmektedir. Bununla birlikte birçok başka ülke, özellikle Asya’daki ülkeler politika uygulamaları konusundaki önceliği, ithalat karşıtı politikalardan çok, kendi iktisadi kalkınmalarını realize etmek için, ihracat arttırıcı politikalara yoğunlaşma konusuna vermişlerdir[3].

Çok taraflı ticaret müzakerelerine katılan birçok sanayileşmiş ülke, kendi aralarında serbest ticaret anlaşmaları yapmışlar, bunun sonucunda da sanayileşmiş ülkeler arasında ticaret politikaları uyumlaşmaya başlarken sanayileşmekte olan ülkeler arasında politika farklılıkları derinleşmiştir[4]. Gelecek kuşakların yaşayacağı sanayi-ticaret evriminin kaçınılmaz olarak bu doğrultuda olacağı savunulabilir. Bunu gerçekleştirenlerde uluslar veya milli devletler değil. Firmalar olacaktır. Bu noktada devlete düşen görev, ulusal ve uluslar arası düzeyde sistemi işletecek hukuki düzenlemelerin hazırlanmasını sağlamaktır.

Dünya ekonomisinde lider durumunda bulunan değişik ülke orijinli bir çok firma, sınır aşan iş ittifaklarına gitmektedir. Bu ittifaklar, her firmanın bireysel bazda teknik üstünlüğünü bir araya getirerek bir potada birleştirmektedir. Böylece, ekonomik ortam, firmaların teknik gelişmeleri ve keşifleri için daha verimli hale gelmektedir. Böylece koordinasyon politikası ve sınır aşan iş ilişkileri vasıtasıyla, değişik ekonomik sistemlere sahip başlıca ülkeler belli politikalar setinin oluşturduğu bir bant içinde hareket etmektedir. Bu eylem, uluslar arası ticaret ve rekabetin bir ürünüdür.

İthal korumaları, firmaları uluslar arası rekabetten izole ederek, sınırlı büyüklükteki iç pazara dönük üretim yapmaya teşvik etmektedir. Bunun sonucu olarak da kalkınmakta olan ülkelerde yerleşik birçok firma, büyük bir olasılıkla ülkenin mukayeseli üstünlüğü olmayan birçok sektörde ve küçük ölçekte faaliyet göstermektedir. İktisaden kalkınmış ülkelerde firmalar üretimlerini, büyük çapta ülke dışı rekabete açık olarak yapmaktadırlar. Ayrıca kendi ülkelerinde, aynı tür malı üreten çok sayıda firma olması da ayrı bir rekabet unsurudur.

Bölgesel Bütünleşme Çeşitleri

-Serbest ticaret bölgesi: Üye ülkeler arası ticaretten tarife ve tarife dışı engellerin kaldırıldığı bütünleşme şeklidir. Bununla birlikte her üye ülkenin üçüncü ülkelere karşı uyguladığı tarife ve tarife dışı engeller bağımsız olarak uygulanır. Bu sebepten, menşe kurallarının uygulanması önem kazanmaktadır.

-Gümrük birliği: Üçüncü ülkelere karşı uygulanan ortak bir gümrük tarifesine sahip olan serbest ticaret bölgesidir. Diğer bir deyişle gümrük birliği üye olmayan ülkelerle yapılan ticarette büyük çapta aynı vergi ve ticari mevzuat uygulaması olan serbest ticaret bölgesidir.

-Ortak pazar: Bölgesel faktör hareketliliğinin serbest olduğu gümrük birliğidir. Yani başka bir ifade ile emek ve sermayenin serbest dolaşımının sağlandığı ve hizmetlerin sınır tanımadan serbestçe ticaretinin yapılabildiği bir gümrük birliğidir.

-Ekonomik birlik: Makro ekonomik ve düzenleyici politikalar gibi bazı temel ekonomi politikalarının uyumlaştırıldığı bir ortak pazardır. Ortak pazarın zaman içinde politika uyumunu zorlaması sonucunda, ortak Pazar ile ekonomik birliğin farkının kalmayacağı, gecen zaman içinde yaygın bir görüş olarak ortaya çıkmıştır.

Bölgeselleşme Dürtüsü

Bölgesel bütünleşme doğrultusunda yoğunlaşan arzular birçok farklı nedene dayanmaktadır. Bunlar anlaşmadan anlaşmaya, katılımcı ülkelerin birinden diğerine farklılık göstermektedir[5].

-Bölgesel bütünleşmeden beklenen ekonomik sonuçlar: Ölçek ekonomisinin doğurduğu imkânlardan yararlanıp, bölgesel bazda ihtisaslaşma yoluyla pazarı genişletip sermayeyi cezbederek geleceğe dönük hızlı ekonomik gelişme arzusu. Hem gelişmekte olan hem de sanayileşmiş ülkelerde bölgeselleşmenin temel motivasyonunu oluşturmaktadır.

-Ölçek ekonomisinin çıkaracağı imkânlardan yeterince yararlanılmasını sağlamak amacıyla iç Pazar programının tamamlanması fikri.

-Ekonomik olmayan sonuçlar: Bölgesel güçlerin önlenmesi ve bölgesel güvenliğin sağlanması gibi dış politika güdüleri bölgesel bütünleşmelerin önemli bir nedenidir.

-Ticaret güvenliği: Bazı ülkelerin gelecekteki ticari risklerden korunmak için etkilendiği bir motivasyon unsurudur. Geleceğe dönük olarak pazara giriş risklerini şimdiden ortadan kaldırmak için, daha ziyade küçük ülkeler tarafından yapılan ticari anlaşmaların arkasındaki saik olarak düşünülebilir.

-Yurt içi reformlarını hızlandırma isteği: Özellikle gelişmekte olan ülkelerde iç politika reformlarını gerçekleştirme arzusunu güçlendirmektedir.

-Domino etkisi: Yeni bir bölgesel bütünleşme oluşurken veya mevcut birisi genişletilirken düzenlemenin dışındakiler için fırsat maliyeti yükselmektedir. Eğer ticaret ortaklar lehine gelişiyorsa üye olmayan ihracatçılar pazar kaybına uğrayacaklardır. Bölgesel ticari düzenlemeye yeni üyelerin katılımı sürecinde, üye olmayan diğer ülkeler aleyhine meydana gelecek ticari sapma düzenlemeye katılımın ikinci raundunu oluşturacaktır. Domino etkisi de denilen bu yönelim, EFTA ülkelerinin AB ye katılım sürecinde izlenmektedir.

Başlıca Bölgesel Birlikler

EU-European Union (Avrupa Birliği): Almanya, Avusturya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya Finlandiya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsveç, İtalya, Kıbrıs Rum Kesimi, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Malta, Polonya, Portekiz, Slovakya, Slovenya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya.

NAFTA-North America Free Trade Area (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi): Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Meksika.

LAFTA-Latin American Free Trade Area (Latin Amerika Serbest Ticaret Bölgesi): Arjantin, Bolivya, Brezilya, Ekvator, Kolombiya, Meksika, Paraguay, Peru, Şili, Uruguay, Venezüella.

MERCOSUR-Southern Corn Common Market (Güney Yarımküresi Ortak Pazarı): Arjantin, Brezilya, Paraguay, Uruguay.

ECOWAS-Economic Community of the West African States (Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu): Benin, Burkina Faso, Cabo-Verde, Fildişi Sahilleri, Gambiya, Gana, Gine, Gine-Bissau, Liberya, Mali, Nijer, Nijerya, Senegal, Sierra Leone, Togo.

ECO-Economic Cooperation Organization (Ekonomik İşbirliği Örgütü): Afganistan, Azerbaycan, İran, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Pakistan, Tacikistan, Türkiye, Türkmenistan.

ASEAN-Association of South-East Asian Nations (Güneydoğu Asya Ulusları Birliği): Brunei, Endonezya, Filipinler, Kamboçya, Laos, Malezya, Mynamar, Singapur, Tayland, Vietnam.

APEC-Asia Pacific Economic Cooperation (Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği): Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Brunei, Çin, Endonezya, Filipinler, Güney Kore, Hong Kong, Japonya, Kanada, Malezya, Meksika,Papua Yeni Gine,  Singapur, Şili, Tayland, Tayvan, Yeni Zelanda.

CIS-Commonwealth of Independent States (Bağımsız Devletler Topluluğu Ekonomik Birliği): Azerbaycan, Beyaz Rusya, Ermenistan, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Moldovya, Özbekistan, Rusya Federasyonu, Tacikistan, Türkmenistan, Ukrayna.

Selami Güngördü


[1] Willem MOLLE, The Economics of European Integration: Theory, Practice, Policy, Second Edition, Aldershot, 1994, s.471.

[2] Shinji FUKUKAWA, “The Integration of the World Economy and Chage of the Japanese-Style Ecomomic System,” Japan and the World Economy, No:3, (Ekim 1994), s.319.

[3] J. KOL, “Extent and Evaluation of Protection in Developing Countries,” Open Economies Review, No:1, (Ocak 1995), s.92.

[4] KOL, s.98.

[5] Hüsamettin NEBİOĞLU, “Bölgeselleşme Hareketleri Bağlamında 21. yüzyılda Türkiye,” http://kutup.dpt.gov.tr/ab/nebioglh/bolge.html

02 Ocak 2012 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Kuresellesmenin Ekonomik Boyutu
Ekonomi

Küreselleşme Nedir? -Ekonomik Boyut-

by Mustafa Sevimli 24 Aralık 2010

Küreselleşme kavramının ekonomik boyutunu irdeleyeceğimiz bu çalışmamız, daha önce yayımlamış olduğumuz “Küreselleşme Nedir?” isimli makalemizin devamı niteliğindedir. Konuya hakimiyet açısından, önce “Küreselleşme Nedir?” başlıklı makalemizin okunmasında fayda vardır.

Geçmişte, sanayileşmiş ülkelerde, sanayi üretimi öncelikle iç talebin ihtiyaçlarına cevap verecek tarzda tasarımlanır, üretimin fazlası dış pazarlara satılırdı. Dış pazarlar ise, basitçe, bir “dış ticaret” konusu olarak görülürdü ve rekabet de o kadar yoğun değildi. Gelişmekte olan ülkelerde ise, dış pazarlara yönelik sanayi üretimi hemen hiç söz konusu değildi. Ancak her iki ekonomik yapıda da, uluslararası pazarlara yönelik bakış açısı temelde aynıydı: Ekonomi, uluslararası seviyede ancak bir “dış ticaret” meselesi olarak görülüyordu. [1]

1970’lere gelindiğinde, uluslararası ekonomide adeta bir devrim yaşandı. Söz konusu devrimin arkasındaki nedenler, büyük ölçüde 1944-1973 yılları arasında yaşanan birtakım gelişmelere dayanmaktaydı. Bu gelişmeler kısaca incelenirse: 1 Temmuz 1944 günü ABD’nin New Hampshire eyaletine bağlı Bretton Woods’ta 44 ülkeden çok sayıda temsilci bir araya geldi. Bir seri toplantı sonucunda, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası (IBR) kurulması hususunda anlaşma sağlandı. 1948 yılında ise, Genel Gümrük ve Ticaret Anlaşması (GATT) metni üzerinde anlaşma sağlandı. Ancak 1971 yılına gelindiğinde Bretton Woods sistemi kambiyo ilişkileri boyutunda ağır bir sarsıntı yaşadı. Yaşanan gelişmeler karşısında, bir anlamda tepkisel olarak yeni uluslararası ekonomik düzen arayışları başladı. 1980’lere gelindiğinde ise, geçmişte yaşanmadık biçimde bir “açık ekonomi” uluslararası ekonomiye hakim oldu. GATT’ın yerini ise, 1990’lı yıllarda Dünya Ticaret Örgütü (WTO) aldı.[2]

Sonuç olarak, 1970’lerdeki gelişmeler -ekonominin küreselleşmesi-; rekabeti, sadece bir dış ticaret sorunu olmaktan çıkararak bir ulusal ekonomi politikası haline dönüştürmüştür. Bu bağlamda uluslararası hedefler, ekonomik faaliyetlerin öncelikli hedefleri haline gelmiştir. Bu gelişmeler; ülkeler ve işletmeler için, stratejilerini küresel rekabet kurallarına göre belirlemeleri zorunluluğunu da beraberinde getirmektedir.[3]

Küreselleşmenin ekonomik boyutu yapısal olarak incelendiğinde ise, iki temel alan karşımıza çıkmaktadır. Finansın küreselleşmesi ve üretimin küreselleşmesi. Ekonomik küreselleşmenin bu iki alanı arasında son derece hassas bir ilişki vardır. Küresel üretim, bir anlamda küresel finansın bir fonksiyonudur. Diğer bir deyişle küresel finans hareketleri, küresel üretimi etkilemektedir. Bunun sonucunda da finansal istikrarsızlıkların küresel üretimi olumsuz etkileyebileceğini tahmin etmek hiçte zor değildir. Bu noktada, küresel ekonominin önemli bir zaafı karşımıza çıkmaktadır. Aşağıda da değinileceği gibi, günümüz küresel ekonomisinde finans piyasaları ciddi ölçüde istikrarsızlık gösterebilme potansiyeline sahiptir.

Küreselleşmenin ekonomik boyutunu teşkil eden alanları biraz daha açarsak:

Finansın Küreselleşmesi: Daha önce de değinildiği gibi, 1970’li yıllarda uluslararası ekonomi yönetimine hakim olmaya başlayan açıklık politikalarının etkileri öncelikle finans alanında hissedildi. Özellikle uluslararası para sisteminde köklü değişikliklerin yaşandığı bu dönemde, Padoa-Schioppa ve Saccomanni’ nin tanımıyla;[4] Bretton Woods döneminin devlet güdümlü uluslararası para sisteminden günümüz piyasa güdümlü uluslararası para sistemine geçiş gerçekleşti. Aynı yazarlar, piyasa güdümlü uluslararası para sistemini belirleyen altı özellik tespit etmişlerdir.

-Sermaye hareketlerinin ülke içindeki yaygın liberalizasyonunu takiben finansal portföylerin uluslararası hale gelmesi.

-Finansal aracı kurumlar olarak bankaların öneminin piyasaya göre azalması (bu durum, menkul kıymetleştirme, tahvil ihraç etme v.b.’nin öneminin artmasıyla belirginleşmiştir).

-Uluslararası finansal işlem ölçeğinin ticaret işlemlerine göre gelişmesinin ışığında, döviz kurlarının finansal piyasalarla belirlenmesi.

-Genel olarak bilgiişlem ve iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle açıklanan piyasa değişkenliği (şokların sistem çapında büyümesi).

-Uluslararası piyasalarda nispeten küçük bir grup kuruluşun benzer analiz ve davranış gelenekleriyle aynı anda ticaret yapmalarından doğan piyasa yoğunluğu.

-Döviz kuru baskılarından kendilerini yalıtamayan ülkelerin, aynı zamanda iç ekonomi politikaları bakımından da disipline olamamaları.

Bahsedilen gelişmelerin günümüz küresel ekonomisine yansımaları ise, pek çok alanda karşımıza çıkmaktadır. Bu konuda bazı çarpıcı örnekleri incelersek: 1992 yılında dünya finans piyasalarının yıllık toplam hacmi 43 trilyon dolardı. 1990’ların sonlarında ise, günlük bazda bu rakam 2,3 trilyon dolara ulaşmıştır. Gelişmiş ülkelerdeki bankaların sınır ötesi kredileri 1980’lerin başında o ülkelerin GSMH’larının % 4’üne ancak ulaşıyordu.1990’larda ise, bu oran % 44’e çıktı. 1950 yılında 380 milyar dolar olan dünya ticaret hacmi 1997 yılında 5,86 trilyon dolara ulaştı. 1989 ile 1997 yılları arasında dünya ticaretindeki ortalama yıllık artış oranı % 5,3 düzeyine ulaştı. Aynı dönemde dünyadaki yabancı yatırımlar yıllık ortalama % 11,5 artış gösterdi.[5]

Konuya sıcak para hareketleri açısından bakıldığında, yine çarpıcı örnekler görülmektedir: Chicago Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre 1997 yılı sonunda yirmi beş büyük piyasa dünya pazarlarındaki hisse senetlerinin %83’ünü ve dünyadaki tüm piyasa kapitalizasyonunun yarısını kontrol ediyordu. Bunun toplam değeri 20,9 trilyon dolar mertebesindedir. 1986 yılında bir günde değiştirilen döviz miktarı 190 milyar dolarken, bu rakam 1997 yılında 1,3 trilyon dolara çıkmıştır.[6]

Bunlar ve benzeri pek çok örnek incelendiğinde karşımıza çıkan tablo şudur:

-Bilgiişlem ve haberleşme teknolojilerindeki gelişmeler, finans piyasalarına olağanüstü bir hareket yeteneği kazandırmış, uluslararası ekonomiye hakim olmaya başlayan açıklık politikaları sonucunda hareket serbestisi de kazanan sermaye, dünya çapında kısa vadeli fakat büyük hacimli finansal operasyonlar gerçekleştirir hale gelmiştir.

-Yatırımcıların belirli bir döviz veya finansal enstrüman üzerinde spekülasyon yapmaları nedeniyle, finans akışı ile sanayi ve hizmet sektörlerindeki ticaret birbirinden kademeli olarak ayrılmış, giderek daha fazla döviz işlemi yapılmaya başlanmıştır.[7]

-Uluslararası finans sistemi, sınırlarını kimsenin bilmediği karmaşık bir yapı oluşturmuş ve dünyanın dört bir yanından çok sayıda büyük oyuncu bu sisteme dahil olmuştur.[8]

Dünya finans sistemindeki bu olağanüstü gelişmeler, pek çok kişi kuruluş ya da devlet için fevkalade fırsatlar sunarken, ciddi riskleri de beraberinde getirmektedir. Bu konuda çalışan araştırmacılardan Susan Strange’e göre;[9] 1980’lerin dünya finans piyasaları, yirmi dört saat çalışan bir “casino” ya benzemektedir. Yazara göre dünya finans sistemi, spekülasyona açık olduğundan, üretim ile ticaret bakımından yıkıcı sonuçlar üretme potansiyeline sahiptir.

Bu görüşü destekleyen önemli bulgular da mevcuttur. Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın Asya krizini inceleyen bir araştırmasında krizin nedenlerine ilişkin bir takım tespitlerin yanında şu görüşler de yer almaktadır.[10]

“Asya krizinin köklerini sadece ASEAN ülkeleri içinde aramak sağlıklı bir sonuç vermeyecektir. Gelişmiş ülkelerde ve küresel finans piyasalarında gelişen bazı olaylar da krizin oluşumunda önemli rol oynamıştır. Özellikle 1990’ların başından itibaren Avrupa ve Japonya’da devam eden zayıf büyüme, cazip yatırım imkânlarını mevcut tasarrufların gerisinde bıraktırmıştır. Büyük miktarlara ulaşan özel sermaye akımları, yüksek getiri bekleyen uluslararası yatırımcılar tarafından mevcut riskler göz önüne alınmadan, yükselen yeni pazarlara kaymıştır.”

Sonuç olarak, finans piyasalarındaki bir krizin reel alanda krize neden olması ihtimali, bugün önceki dönemlerden daha yüksektir. Bunun en önemli nedeni, küresel finans piyasalarının hükümetlerin siyasi kontrolleri dışında kalmış olmasıdır. Küresel ekonominin yönetimi, ulusal ekonomi yönetiminden farklı olarak siyasi merkez dışındadır. Bretton Woods sistemi döneminde oluşturulan uluslararası kuruluşlar; Dünya Bankası, IMF, GATT, son yıllarda küresel ekonominin yönetiminde yetersiz kalmaktadırlar.[11] Daha önce de değinildiği gibi, bu durum küresel üretimi olumsuz etkileyebilecek potansiyel bir tehlike olarak, küresel ekonominin önünde önemli bir handikaptır.

Üretimin Küreselleşmesi: Küresel üretim, geçmişte ulusal arenada iç pazarlara, kısıtlı olarak da uluslararası arenada dış pazarlara hitap eden ve daha çok seri üretim tekniği ile gerçekleştirilen klasik üretimin yerini, küresel pazarlara hitap etmek üzere almış olan üretim sistemidir. Küresel üretim; organizasyon yapıları, üretim tekniklerindeki yenilikler, yeni pazarlama yöntemleri, satış sonrası teknik destek sistemleri, gibi pek çok alt bileşeni de kapsar.

Konuya salt üretim teknikleri açısından bakılırsa: Geçmişte yalnızca seri (kitlesel) üretim söz konusu iken, günümüzde temel olarak iki farklı eğilim göze çarpmaktadır. Bazı araştırmacılar; “küreselleşme sürecinde tüketici davranışlarının, sosyal değerlerin ve teknolojilerin kullanımının dünya ölçeğinde aynılaştığını”[12] öne sürerken bazı araştırmacılar da, “kitle üretiminden sipariş usulü üretime, diğer bir deyişle müşteriye göre üretime (mass customization) geçildiğini”[13] savunmaktadırlar. Ancak bu eğilimlerden yalnızca birini genellemek yerine; sektör, ürün, ya da tüketici faktörlerinin belirleyici olduğu göz önüne alınarak her iki yaklaşımında doğru olduğu düşünülebilir. Örneğin: Bazı lüks otomobil üreticileri, dünya çapında önemli müşterilerinin kişisel tercihlerine göre üretim yaparlarken, bazı bilgisayar yazılım şirketleri bütün dünyadaki kullanıcılara hitap eden, dünya ürünleri üretmektedirler.

Üretimin küreselleşmesi, küresel ekonomik sistem çapında daha genel olarak incelendiğinde ise, oldukça farklı bir tablo ile karşılaşılmaktadır. Bu bağlamda, küresel üretim; “farklı ülkelerdeki üretim faktörlerinin maliyet farklarından doğan avantajları kullanmaya yönelik bir organizasyon”[14] olarak nitelendirilebilir. Burada kastedilen; küresel bir işletme, vergi avantajı bakımından üretimini A ülkesinde yapıyorken, üretim sürecindeki bir ara girdiyi daha düşük işçilik maliyetleri sağlaması bakımından B ülkesinde üretebilmektedir. Bu konuda gözlenen bir başka eğilim de, özellikle gelişmiş ülkelerde uyanan çevre bilincinin bir sonucu olarak, bu ülke hükümetlerinin koyduğu yasal yaptırımlardan ve bu yaptırımların maliyetlerinden kaçınmak isteyen işletmelerin, kimi faaliyetlerini çevre bilincinin gelişmediği ülkelere kaydırmasıdır.

Üretimin küresel organizasyonu ise, küreselleşme sürecinde bir başka tartışma konusu olmuştur. Bu noktada Robert Cox ilginç bir değerlendirme yapmaktadır. Cox’a göre;[15] küresel üretimi organize eden iktisadi güç, uluslar ötesi yönetici sınıfı (transnational manageral class) olarak adlandırılan bir gruptur. Yazara göre söz konusu güç, kendi aralarında ekonomik ilişkileri belirginleşmiş, ortak hareket imkânı oluşturmak anlamında kurumları olan, kendilerinin devamlılığını sağlamak konusunda mekanizmalara sahip bir grup insandır. Uluslararası üretimin organizasyonu ile üretimin gerçekleştirilmesinde ulusal ya da uluslararası düzeyde birçok kesim bu yapı içinde organize olmaktadır. Grup üyeleri, merkez ülke hükümetlerine (ABD, Almanya, Japonya) belirli iktisat siyasetlerini, çeşitli hedeflerin gerçekleştirilmesine yönelik olarak telkin etmektedirler. “Dışa açılmak” söz konusu siyaset önerilerinde anahtar sözcüklerdir. Bu bağlamda, çeşitli ülkelerden ülke paralarının istikrarı ile siyasi anlamda istikrar talep edilmektedir.

Küresel bir işletmenin üretim organizasyonu hakkında, Robert Reich oldukça çarpıcı bir örnek vermektedir:[16]

“…Bir Amerikan vatandaşı General Motors’dan bir Pontiac Le Mans satın aldığı zaman, farkına varmadan uluslararası bir muameleye girmektedir. GM’a ödenen 20.000 dolardan yaklaşık 6.000 doları rutin emek ve montaj işlemleri için Güney Kore’ye, 3.500 doları gelişmiş komponentler (motor, dingil, elektronik parçalar) için Japonya’ya, 1.500 doları stil verme ve tasarım mühendisliği için Almanya’ya, 800 doları küçük komponentler için Tayvan, Singapur ve Japonya’ya, 500 doları reklam ve pazarlama hizmetleri için İngiltere’ye ve yaklaşık 100 doları veri işleme için İrlanda ve Barbados’a gitmektedir. Geriye kalan 8.000 dolardan az kısım ise Detroit’deki stratejistlere, New York’taki avukat ve bankacılara, Washington’daki lobicilere, tüm ülke sathındaki sigorta ve sağlık çalışanlarına ve General Motors hissedarlarına kalmaktadır: bir çoğu Birleşik Devletler’de yaşayan, ancak giderek artmakta olan bir bölümü yabancı uyruklu olan hissedarlar.”

Örnekte de görüldüğü gibi, küresel üretimin gerçekte milliyeti yoktur. Küresel işletmeler için esas olan, üretim için gereken en uygun bileşenlerin yine en uygun maliyetlerle elde edilebilirliğidir. Hangi üretim bileşeninin hangi ülke sınırları içinde olduğu konusu, küresel üretimin yönlendiricileri açısından pek de önemli değildir. Konuyu yine Reich’den bir alıntıyla bağlarsak:[17]

“Küresel ağlar çoğu zaman kendilerine en uygun ulusal kimliğe bürünüverirler. Pazarı dış rekabete karşı korunan bir ülkede iş gördükleri zaman sadık vatandaşlar sıfatıyla temayüz eder, hatta yeri geldiğinde daha fazla koruma talebinde bulunurlar.”

Mustafa İ. Sevimli


[1] Nazım Güvenç, Küreselleşme ve Türkiye, BDS yayınları, İstanbul, 1998, s.19.

[2] Güvenç, a.g.e., s.32-36.

[3] Güvenç, a.g.e., s.19.

[4] Paul Hirst ve Grahame Thompson, Küreselleşme Sorgulanıyor, çev. Çağla Erdem ve Elif Yücel, Dost yayıncılık, Ankara, 1998, s.161’den T. Padoa-Schioppa ve F. Saccomanni, Managing a Market-Led Global Financial System, P.B. Kenen (yay. haz.) Managing the World Economy, Washington DC, IIE, 1994

[5] Onur Öymen, Geleceği Yakalamak, Türkiye’de ve Dünyada Küreselleşme ve Devlet Reformu, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000, s.32.

[6] Öymen, a.g.e., s.32-33.

[7] Vedat Akman, Gelecek Yüzyılın Gündemi, Rota Yayınları, İstanbul, 1999, s.28-29.

[8] Osman Ulagay, Quo Vadis? Küreselleşmenin İki Yüzü, Doğan Kitapçılık, İstanbul, 1999, s.49.

[9] Akman, a.g.e.,s.22’den Susan Strange, Casino Capitalism, Blacwell Publishers, Oxford, 1986.

[10] Dış Ticaret Müsteşarlığı Raporu, “Asya Krizi,” http :// www. Foreigntrade. gov. tr/ DUNYA/ kriz/ blm1. Htm

[11] Akman, a.g.e., s.22-23.

[12] Akman, a.g.e., s.20.

[13] Ebru Güzelcik, Küreselleşme ve İşletmelerde Değişen Kurum İmajı, Sistem Yayıcılık, İstanbul, 1999, s.26’dan Ergin Yıdızoğlu, Küreselleşme ve Kriz, İstanbul, Alan Yayıncılık, 1996, s.23.

[14] Akman, a.g.e., s.20.

[15] İsmail Gökal, “Globalleşme”, http :// www. foreigntrade. gov. tr/ ead/ DTDERGI/ ekim97/ globalle. htm’den Robert W. Cox, “Production and Hegemony Toward a Political Economy of World Order,” The Emerging International Economic Order, Dynamic Process, Constraints and Opportunities, der. Ed Harold, K. Jacobson and Dusan Sidjanski, Saga Publications, 1982.

[16] Robert Reich, “Küresel Ağlar,” Küresel Rekabet, der. Mustafa Özel, İz Yayıncılık, İstanbul, 1994, s.54.

[17] Reich, a.g.e., s.56-57.

24 Aralık 2010 2 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Kuresellesme Nedir
Ekonomi

Küreselleşme Nedir?

by Mustafa Sevimli 21 Aralık 2010

Küreselleşme, etkileri ikinci dünya savaşını takip eden on, on beş yıl içinde hissedilmeye başlanmış ve günümüzden yaklaşık otuz yıl kadar önce de kavram olarak dünya gündemine girmiş bir olgudur. Bununla beraber; küreselleşme terimi üzerinde, araştırmacılar arasında genel kabul görmüş bir tanımlama yapmak pek de mümkün olmamıştır. Bunun nedeni ise, konuyu ele alan araştırmacıların temelde iki farklı yaklaşıma sahip olmalarıdır. Güvenç bu yaklaşımları şöyle özetler.[1]

Birinci yaklaşım, küreselleşme terimini bir kavram olarak görür. Diğer bir deyişle, küreselleşmeyi; somut bir olguyu, kuram düzeyinde bilimsel olarak yansıtan bir ifade olarak görür.

İkinci yaklaşım ise, küreselleşmeyi ideolojik bir görüşün ifadesi olarak kabul eder. Bu yaklaşım, küreselleşmeyi ya yanında olunacak ya da karşısında tavır alınacak bir ideolojik etken olarak görür.

Güvenç’e göre, kürselleşmeyi ideolojik bir etken olarak gören yaklaşım, bilimsel düşünceye terstir. Çünkü ideolojik bir etken olarak sunulduğunda, küreselleşme; belli bir ideolojinin ve/veya belli birkaç devletin irâdi olarak tasarlayıp yürürlüğe koyduğu bir politikaya indirgenmiş olur. Oysa küreselleşme, söz konusu etkenlerin bir sonucu olmayıp, onları da aşan bir tarzda uluslararası ekonominin seyri içinde, kapitalist ekonomik sistemin kendi dinamiği ile vardığı bir aşamadır. Bu aşama, halen devam etmekte olduğundan hem gözle görülebilir bir somut olgu, hem de canlılığını koruyan bir dinamiktir.

Bu çalışmada, küreselleşmeyi bir olgu ve bir dinamik olarak ele alan yaklaşım baz alınarak küreselleşme kavramı ve küreselleşmenin boyutları irdelenmeye çalışılacaktır.

Küreselleşme Nedir?

Alvin Toffler, insanlığın günümüze kadar geçirdiği iki büyük değişim dalgasından bahseder.[2] Birinci değişim dalgası; tarımın bulunmasıyla başlayan tarım devrimidir. Bu dalga uygarlığı yaklaşık olarak 1650-1750 yıllarına kadar sürmüştür. İkinci değişim dalgası; 17.yüzyılın sonlarında Avrupa’da başlayan sanayi devrimidir. Bu dalga, İkinci Dünya savaşının sona ermesinden kısa bir süre sonra her bakımdan zirveye ulaşmışken Dünya üzerinde büyük değişimler başlatan fakat ne olduğu günümüzde dahi tam anlamıyla çözümlenememiş olan üçüncü dalga başlamıştır. Üçüncü dalga ile birlikte, ikinci dalga uygarlığının klâsikleri arasında yer alan kömür, çelik, dokuma, otomotiv, lastik gibi endüstrilerin yerini, daha ileri bilgi ve teknolojiye dayalı hizmetler sektörü almaya başlamıştır. Bunların ortaya çıkışı ise, yarı iletken elektroniği, enformasyon kuramı, moleküler biyoloji, ekoloji ve uzay bilimleri gibi yeni bir takım bilim dallarının bir araya gelerek gerçekleştirdikleri bir hamle ile mümkün olmuştur.

Günümüzde bu olgu, etkileri ve kapsadığı alanlar dikkate alındığında çok daha fazla hissedilmektedir. Eğitimden bilime, politikadan sanata, ekonomiden organizasyon yapılarına kadar hayatın hemen her alanında hızlı ve büyük değişimler görülmektedir. Üstelik, 90’lı yıllarda ortaya çıkan yeni bir trend, Toffler’in hizmetler sektörüne alternatif yeni bir stratejik sektörün ortaya çıktığını göstermektedir. Yeni ekonomi olarak da adlandırılan bu sektör bir anlamda “yüksek teknolojilere dayalı hizmetler sektörü”[3] olarak da tanımlanabilir. Bu süreçte bir başka ilginç nokta ise, söz konusu değişimlerin hızının da zaman geçtikçe geometrik olarak artmakta olduğudur. Bütün bu gelişmeler sonucunda; ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel bir dinamik olarak küreselleşme, dünya gündemindeki yerini almıştır.

Küreselleşme kavramının bu güne kadar pek çok tanımı yapılmaya çalışılmıştır. Ancak daha önce de değinildiği gibi, araştırmacıların konuya bakış açılarının farklı olması; bir tanım üzerinde görüş birliğine varılmasını pek de mümkün kılmamıştır. Tanımlamadaki bir başka handikap ise, küreselleşme kavramının çok yönlü, karmaşık ve dinamik bir olgu olduğu gerçeğidir. Yine de, konuya bilimsel çerçevede bakan bazı araştırmacılar tatminkâr tanımlamalar yapmaya çalışmaktadırlar.

Bu bağlamda Güvenç küreselleşmeyi şöyle tanımlar;[4]

“Küreselleşme: hangi alanda olursa olsun ekonomiden sanata, bilimden iletişime, herhangi bir çalışmada, üretimde, yapımda; dünya çapında geçerliliği, ağırlığı, öncülüğü olan normların, ölçütlerin dikkate alınması veya etkili hale gelmesi, benimsenmesi; dünyaya açılarak yerelliğin, ulusallığın reddedilmeksizin dışına çıkılması ve evrensellikle bağdaştırılması, birleşilmesidir.”

Giddens’a göre ise;[5] küreselleşme, ancak zaman ve mekân bağlamında açıklanabilir. Modern zamanlar öncesi, toplumlar birbirlerinde zaman ve mekân açısından uzaktı ve iletişim sınırlıydı. Günümüzde ise, yerel ve küresel olan formlar ve olaylar tüm toplumları etkilemektedir. Giddens küreselleşmeyi

“Zaman ve mekân açısından birbirinden uzakta gelişen olayların yerel oluşumları etkileyebilmesi ve bu yolla küresel ölçekte sosyal ilişkilerin yoğunlaşması”

olarak tanımlamaktadır.

Giddens küreselleşmenin dört boyutta düşünülmesi gerektiğini öne sürer;[6]

-Kapitalist dünya sistemi,

-Ulus-devlet sistemi,

-Dünya askeri sistemi,

-Uluslararası işbölümü.

Giddens’a göre, küreselleşmenin birinci boyutu kapitalist dünya ekonomisidir. Buna göre dünya düzeni siyasi değil iktisadi bir özellik taşımaktadır, bu kapitalizmdir. Dünya ekonomisi ticaret, sermaye ve üretim ilişkileri açısından bütünleşmiştir. Sistemde merkez ve uydu ülkeler vardır. Küreselleşmede belirleyici olan sistemdir, kapitalizmdir. Çünkü kapitalizm doğası gereği mekânını büyütmektedir. Ülkelerarası ekonomik gelişme farkları da dünya kapitalist sisteminin sonucudur. Ulus-devlet sistemi küreselleşmenin ikinci boyutudur. Giddens’a göre ulus-devlet küresel siyasi düzenin en önemli üyesidir. Çünkü ulus devletler bölgesel ve küresel siyasetin yürütülmesi ve düzenlenmesinde rol alırlar. Ancak ulus-devletin etkin olabilmesi o devletin refah düzeyi ve askeri gücüyle sınırlıdır. Küreselleşmede ulus-devlet etkin rol almaktadır. Küreselleşmenin üçüncü boyutunu ise dünya askeri düzeni oluşturmaktadır. Askeri gücün küreselleşmesi, silahlanma ve birden fazla ülkenin askeri ittifak kurmalarıdır. Böylece belirli bir bölgede yaşanan çatışma küresel sorun haline gelebilmektedir. Küreselleşmenin dördüncü boyutu ise küresel işbölümüdür. Küresel işbölümü emek, sermaye ve doğal kaynakların nitelik ve niceliğine göre şekillenmektedir.

Mahçupyan ise, küreselleşmeyi bir tür standartlaşma olarak görür ve küreselleşmeyi üç boyutta inceler;[7]

-Ekonomik boyut

-Siyasi boyut

-Kültürel boyut

Mustafa İ. Sevimli

Araştırmamızın devamı niteliğindeki “Küreselleşme Nedir? -Ekonomik Boyut” isimli makalemiz sitemizde yayımlanmıştır.


[1] Nazım Güvenç, Küreselleşme ve Türkiye, BDS yayınları, İstanbul, 1998, s.13-14.

[2] Alvin Toffler, Üçüncü Dalga, çev. Ali Seden, Altın Kitaplar, İstanbul, 1996, s.26-43.

[3] Numan Kurtulmuş, Sanayi Ötesi Dönüşüm, İz Yayıncılık, İstanbul, 1996, s.21.

[4] Güvenç, a.g.e., s.318.

[5] İsmail Gökal, “Global Değişim, Stratejik Ticaret Politikası Ve Türkiye İçin Bir Ticaret Senaryosu,” http://www.foreigntrade.gov.tr/ead/DTDERGI/nis97/4.htm’den A. Giddens, The Consequences of Modernity, Polity, Cambridge, 1990.

[6] Gökal, a.g.e.

[7] Ebru Güzelcik, Küreselleşme ve İşletmelerde Değişen Kurum İmajı, Sistem Yayıcılık, İstanbul, 1999, s.24’den, Etyen Mahçupyan, “Küreselleşme,” İktisat Dergisi, İÜ İktisat Fakültesi Mezunları Cemiyeti Yayını, İstanbul, sayı.362, (Aralık 1996), s.31-37.

21 Aralık 2010 1 comment
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Ekonomi

Gelir Dağılımı

by Selami Gungordu 19 Ekim 2010

Bir ülkede bir yıl içerisinde ortaya çıkan gelirin o ülkede yaşayan fertler arasında hesaben (kâğıt üzerinde) dağıtılmasına gelir dağılımı denir. Kâğıt üzerindeki bu dağıtımla gerçekte yapılan dağıtım arasındaki fark hiçbir zaman kapatılamamıştır. Bununla birlikte sosyal adaletçi ve refah seviyesi yüksek toplum yapısına sahip ülkelerde bu fark azalırken, fakir veya sosyal sorunlarla uğraşan az gelişmiş ülkelerde ise artmaktadır. Gelir dağılımındaki adaletsizlik fakirliğin de en önemli nedenidir. Toplumun ürettiği gelirden yeterince pay alamayan fertler, sosyal gruplar veya bölgeler hak ettikleri veya hakları olduğunu iddia ettikleri payları almak için mücadele etmişlerdir.

Bu mücadele tarihi süreç içerisinde

  • Sanayi devrimi öncesi toplumların yapılarına göre idareciler, dini otoriteler veya varlıklı kişilerin katkıları ile giderilmeye çalışılmış ancak bu konuda anlamlı bir ilerleme sağlanamamıştır. Kölelik, derebeylik, krallık, ağalık gibi ilkel yönetim tarzları ve toplumsal yapılar sömürü alanlarını kaybetmemek için bu işin tam olarak çözülmesini istemediğinden gelir dağılımındaki adaletsizlik ve yarattığı sosyal sorunlar büyüyerek gelmiştir. Bu konuda Osmanlı’nın hakkını teslim etmek gerekir. Gerek adaletli yöneticiler, gerekse İslâm dininin etkisi ile çok ciddi sosyal çalışmalar yapılmıştır.
  • Sanayi devrimi ile birlikte gelir dağılımı daha önemli hale gelmiştir, çalışanların haklarını koruyacak mekanizmalar olmadığından her şey işverenin insafına kalmış ve bu konuda çok çetin mücadeleler verilerek birçok haklar elde edilmiştir. Bu mücadeleler sınıfsal çatışmaları da beraberinde getirmiştir. Bu durumun başkaca birçok sakıncası da ortaya çıkınca kamu gücü ile birçok düzenleme yapılmış ve sosyal grupların haklarını almaları sağlanmışsa da bu mücadele devam etmektedir.        Geçen yüzyılın başlarında 9 Ekim 1920 tarihinde çağın önemli düşünürü ve iktisatçı Ricardo tarafından tanınmış nüfus kanunu yazarı Malthus’a gönderilmiş olan mektubun bir bölümünde Ricardo özet olarak şöyle demektedir: “Size göre iktisat bilimi ulusal refahın artış nedenlerini araştırmaktadır. Bana göre ise bilim, bu refah artışının üretime katılanlar arasında nasıl paylaşıldığını araştırmalıdır. Gün geçtikçe birinci tanımın boş ve aldatıcı olduğuna, ikincinin ise bilimin gerçek amacını yansıttığına daha çok inanmaktayım”.
  • Günümüzde ise özellikle ikinci dünya savaşı sonrası devletlerin sosyal sorunlarla daha çok ilgilenmesi, gerekse de birleşmiş milletler ve birçok uluslar arası kurumun kurulması ile çalışanların hakları başta olmak üzere gelir dağılımı ve sosyal adaletin sağlanması için çok ciddi ve bilimsel çalışmalar yapılmıştır ve yapılmaya devam etmektedir.

Biz bu yazımızda ülkemizdeki milli gelirin toplumu meydana getiren bireylerin gelir büyüklüklerine göre başka bir anlatımla toplumu meydana getiren grupların %20 lik gruplar halinde milli gelirden ne kadar pay aldıklarını inceleyeceğiz.

Toplumu gelirden aldıkları paylara göre böldüğümüz de her grubun milli gelirden aldığı pay aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. 2005 den sonraki rakamlara ulaşamadığım için daha geniş bir analiz yapamıyorum ancak kabaca durum bugünde aynıdır. Belki biraz daha bozulduğunu zannediyorum. Bu tabloyu %10’luk veya %5’lik gruplar halinde incelersek daha da çarpıcı sonuçlar elde edilmektedir, ancak genel durumu görmek için %20’lik ayırım yeterlidir.

Türkiye açısından bu tabloyu birde bölgeler ve sektörel açıdan incelemek gerekmektedir, o zaman Türkiye’nin bugün yaşadığı başta göç olmak üzere birçok sosyal sorunu daha doğru tanımlama imkânı bulabiliriz.

Tabloyu %5’lik gruplara ayırdığımızda en üstteki %5’lik grup milli gelirin yaklaşık %25’ini almaktadır.

Bu tablonun bize anlattığı kısaca şudur;

  • Ülkenin yarattığı gelirin yaklaşık yarısını toplumun %20’lik bir kısmı almaktadır. Bu üst gelir grubu her dönem en yüksek payı alan grup dur, sorun bunların en büyük payı alması değil en alttaki grupların ne kadar pay aldıkları ve aldıkları bu payın onların asgari şartlarda yaşamlarını devam ettirmeye yetip yetmediğidir.
  • Tabloda görüldüğü gibi ortalama olarak toplumun %80’lik bölümü gelirin %50’sini kalan %20’lik grup ise gelirin %50’sini almaktadır.
  • En üst gelir grubu ile en alt gelir grubu arasındaki fark dokuz kattan fazladır. Bu oranın 8 den yüksek olması durumunda sosyal sorunların ortaya çıkması muhtemeldir. Ancak ülkemizdeki aile içi dayanışma, zekat, sadaka gibi dini müesseseler ve yerleşmiş toplumsal yapı nedeniyle otoriteye başkaldırı kültürümüze yerleşmemiştir.
  • En alttaki %20’lık grup açlık, ikinci %20’lik grupsa yoksulluk içerisindedir. Bu çarpıklık biran önce giderilmelidir bunun için Türkiye kalkınma ve sanayileşme stratejilerini mutlaka değiştirmelidir. Bu yapılıp çarpıklık giderilmediğinde diğer toplumsal ve sosyal ayrışma noktaları hızla incelecek ve yakın gelecekte telafisi mümkün olmayan veya faturası çok ağır sorunlar yaratacaktır. Türkiye bunu yapabilecek imkânlara sahiptir eksik olan soğukkanlı biçimde konulara çözüm aramaktan geçmektedir. Yeşil kart sayısının on milyon civarında olması da en alttaki %40’lık grubun durumunu ortaya koymaktadır. Üçüncü ve dördüncü gruptaki %40’lık grup ise eskiden orta direk denilen ücretliler ve esnafların oluşturduğu grup dur. Bunların durumu da yıllar içinde gerilemiştir.
  • Sosyal devlette en alt gelir grubu gelirden aldıkları pay ile asgari yaşam koşullarına sahip olmalılar dır. Ayrıca orta direkte toplumun adeta sigortasıdır onu yok eder ve aşağıya iterseniz toplumsal doku mutlaka zarar görür ve bundan da herkesim etkilenir.
  • Ekonomik krizlerin gelir dağılımına etkileri incelendiğinde görülen durum alt gelir grupları için pek de iyi değildir. Ülkemizde bu güne kadar yaşanan ekonomik krizlerin hepsinden de en üst gelir grubu karlı çıkmıştır, böylece ekonomik krizler fakirden yoksula doğru bir servet transferi operasyonlarına dönüşmüştür. Bu durum kriz öncesi ve sonrası ekonomik verilerle bakıldığında açıkça görülebilir. Özellikle 1980 sonrası uygulanan ekonomik politikalar nedeniyle tarım kesiminde çalışanlar ve ücretlilerin aleyhine olmuş ve bu grupların milli gelirden aldıkları pay azalırken faiz ve rant gelirleri artmıştır. Bu durumu en büyük 500 işletmenin bilançolarını incelediğimizde de açıkça görmek mümkündür. Rant gelirlerinin artması uzun dönemde yatırımları da olumsuz etkilemiştir.
  • Siyasal çalkantılar ekonomik krizleri, ekonomik krizlerde siyasal çalkantıları tetiklemektedir sonuçta da olan alttakiler olmaktadır.
  • Ülkemiz için gelir dağılımında göz ardı edilmemesi gereken diğer bir konuda gelirin bölgeler arası dağılımındaki uçurumdur. Marmara bölgesi ile ege ve Akdeniz in sahil şeridindeki nüfus ülke ortalamasının üstünde pay alırken doğu ve güneydoğu ortalamanın çok altında pay almaktadır, bu konuda yapılmış çok sayıda araştırma mevcuttur. Bunun sonucu olarak teröründe etkisi ile doğudan batıya hızlı bir göç yaşanmaktadır, göçün yarattığı sosyal sorunları hep birlikte yaşamaktayız onun için burada ayrıntıları yazmayı gerekli görmüyorum.
  • Türkiye gelir dağılımını mutlaka düzeltmelidir, bunu yapabilecek akla ve imkânlara sahiptir eksik olan ülkeyi yönetenlerin irade eksikliği ve en üstteki gelir grubunun biraz fedakârlık etmesinden geçmektedir. Bu durumun düzeltilmesinden en üst gelir grubu da fayda görecektir.

Bu durum nasıl düzeltilebilir?

  • Öncelikle toplumu örgütlemeli, on iki eylül sonrası dönemde yok olma noktasına getirilen sendikalar başta olmak üzere sivil toplum kurumlar güçlendirilmeli, özellikle sendikalar her iş yerinde hızla örgütlenmeli ve çalışanlar haklarını daha kolay savunabilmelidir.
  • Meslek örgütleri günlük politika yapmaktan başka kendi gruplarının sorunlarına bilimsel yöntemlerle çözümler aramalı ve baskı grupları olarak etkinlik göstermelidirler.
  • Kamuda işe alımlar ve yükselmeler belli kademeler hariç politik tercihlerden kurtarılmalı.
  • Yatırım stratejileri gözden geçirilmeli ve işsizliği azaltacak biçimde yeni yöntemler bulunmalıdır.
  • Vergi indirimleri ile çalışanlar ve küçük esnaf daha fazla desteklenmeli. Bunu yapabilmek içinde kayıt dışı ekonomiyle daha sıkı mücadele edilmeli ve sigortasız işçi çalıştırılmasının önüne geçilmelidir.
  • İnsan kaynağımızın mesleki niteliklerini arttıracak daha ciddi çalışmalar yapılmalıdır.
  • Tarım sektörü mutlaka ama mutlaka hızla geliştirilmelidir, sadece teşvik vermekle kalınmamalı gerektiğinde geçici olarak da olsa devlette bu alanda doğrudan yatırım yapmalıdır. Çünkü bu sektör hızlı ve büyük ölçüde istihdam yaratacak potansiyele sahiptir. Tarımla birlikte ormancılıkta yeniden ele alınmalıdır. Niteliksiz insan kaynağı tarım ve ormancılıkta kullanılarak alt gelir gruplarına kaynak aktarılmalıdır.
  • Hızla yeni bir toprak reformu uygulaması yapılmalı özellikle doğu ve güneydoğudaki topraksız köylü çalışır ve üretir hale getirilmeli ve göç de önlenmelidir.

Gelir dağılımının iyileştirilmesi ve yoksullukla mücadeledeki başarı; politika yapıcılarının uyumlu davranışlarına ve bu yolla söylemin gerçeğe dönüştürülmesine bağlıdır. Aslında bu, tüm toplum düzeyinde taahhüt ve değişim kültürünün oluşmasını da gerekli kılmaktadır. Bu uzun ve zorlu bir süreçtir. Kişiler ve kurumlarda olduğu gibi sadece yeni bakış acıları, tutum ve işlevler değil aynı zamanda mevcut öğrenilmiş davranış kalıplarının da unutulması ve yenilerinin edinilmesini de gerekli kılmaktadır.

Selami Güngördü

Yararlanılan kaynaklar:

1- TÜİK, Hane Halkı Bütçe Anketleri.

2- TÜİK, Gelir ve yaşam Koşulları Araştırmaları.

3- Mahmut Bilen Muharrem Es, Gelir Dağılımı Sorunu ve Çözümünde Yeni Arayışlar, 1998 Yönetim ve Siyasette Etik Sempozyumu

4- Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-iş Konfederasyonu Yayını 2002 Ankara.

5- Umut Halaç, Yeşim Kuştepeli, Dokuz Eylül Üniversitesi, Türkiye de Bölgesel Gelirin Yakınsaması: Gelir Dağılımı Açısından Bir Değerlendirme raporu 2008

6- Türkiye Ekonomi Kurumu, Orhan Karaca Türkiye de Bölgeler Arası gelir farklılıkları, 2004

7- Devlet planlama teşkilatı, dokuzuncu kalkınma planı 2007-2013 gelir dağılımı ve yoksullukla mücadele özel ihtisas komisyonu raporu, 2007

19 Ekim 2010 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Ekonomi

Vergi Affı!!!

by Selami Gungordu 03 Ekim 2010

Ülkemizde, yıllar içerisinde vergi affı, matrah artırımı, varlık barışı, vergi barışı, stok affı gibi birçok ad altında mali aflar çıkarılmıştır. Bu aflar neden çıkarılır? Neden bazıları yükümlülüklerini yerine getirirken bazıları yerine getiremez? gibi birçok soru sorulmalı ve cevaplar bulunmalıdır. Bu sorular cevaplanmadığı takdirde ilerleyen zamanlarda, daha çok vergi afları çıkarmak zorunda kalınacağından şüphe yoktur.

Demokrasinin iyi işleyebilmesi için, iyi bir ekonomi şarttır. Fakir veya az gelişmiş ülkelerde demokrasinin işlememesi bir rastlantı değil, normal bir durumdur. İyi bir ekonomi içinse iyi bir hukuk sistemi olmazsa olmazdır. Hukukun olmadığı ekonomiler, ya devlet ağırlıklı rekabet gücü olmayan yapılardır ya da mafya tipi yapılardır. Bu söylediklerimi tarihi süreç tüm çıplaklığıyla ispat etmiştir. Onun için ülkemizde mutlaka hukukun egemen olduğu; güçlü bir ekonomiye sahip sağlam bir demokrasi kurmalıyız. Bunların hiç birisi birbirinden bağımsız düşünülemez hepsi birbirini tamamlayan fonksiyonlardır.

Genel olarak aflar uygun zamanda ve uygun ölçekte yapıldığında yaraları sarar, aksi halde hak ve adalet duygusunu zedeler.

Bir süredir ülkemizde birikmiş vergi ve sigorta primlerinin ödemelerinde kolaylık sağlanacağı başbakan, bakanlar ve üst düzey bürokratlar tarafından açıklanmaktadır. Son birkaç yıldır süren ekonomik kriz nedeniyle birçok kişi ve şirket sıkıntıya girmiş veya iflas etmiştir. Bu durumu onlar yaratmadılar ama cezasını onlar çekmektedirler. Bu manzarayı “onlarda basiretli bir tüccar gibi davransalardı, tedbirli olsalardı” gibi sözlerle açıklayamayız. Tıpkı toplumun kredi kartı batağından çıkamadığını beylik sözlerle açıklayamadığımız gibi.  Ekonomik olayların sosyal ve hukuksal kısımlarını göz ardı ederek sonuç çıkarıp çözüm yolları aradıkça hep başladığımız noktaya ulaşırız tıpkı şimdi olduğu gibi.

Yapılmak istenen ödeme kolaylığı son birkaç yıldır devam eden ekonomik kriz nedeniyle ödenememiş vergi ve sigorta primlerinin ödenmesinde önemlidir mutlaka yapılmalıdır ancak bu çok kolay ve basit bir tedbirdir ülkemizde yıllardır her üç beş yılda bir ekonomik kriz yaşanmakta ve bundan çok fazla kişi özelliklede küçük esnaf etkilenmektedir. Bu krizlerin yaraları doğru sarılmadığı için kayıt dışı ekonomi gittikçe artmaktadır hem de her türlü önleme rağmen.

Yapılması Gerekenler:

  • Sadece ekonomik kriz dönemlerinde değil normal zamanlarda da ekonomik sıkıntıya giren veya iflas eden kişi ve kuruluşların durumları belli kuruluşlarca incelenip ekonomiye tekrar kazandırılması mümkün görülenler için acilen gerekli tedbirler alınmalıdır. Bu durumda gerekirse vergi ve sigorta primleri gibi devlet alacakları uygun biçimde ertelenmeli ceza ve gecikme zamları hiç alınmamalıdır, böylece bu kişi ve kurumlar ekonomiye kazandırılarak sayısız ekonomik ve sosyal fayda sağlanır. Bu durum mutlaka kurumsallaştırılmalıdır.
  • Çıkarılacak yasanın kapsamı biraz genişletilerek şirket bilançolarındaki herkesçe bilinen birçok bozukluk veya gerçeğe uygun olmayan durum düzeltilmelidir. Bu, denetimlerin daha sağlıklı yapılmasını da kolaylaştıracaktır. Bilançolardaki gerçek olmayan konular şu başlıklarda toplanabilir.

1- Çeşitli nedenlerle kasa hesaplarında birikmiş olan tutarlar (fiktif) paralar gerçek rakama getirilmelidir.

2- Şirket ortaklarının cari hesapları genellikle gerçeği yansıtmamaktadır, bu durum düzeltilmelidir.

3- Stok hesapları mutlaka düzeltilmelidir, stoklarda genellikle kayıt dışı alım ve satımlar nedeniyle yıllar içinde oluşmuş olan miktar ve tutar farkları giderilmelidir.

4- Stopaj ödememek için dağıtılmayan ve yıllardır bilançoda biriken geçmiş yıllar karları düzeltilmelidir.

Ancak yukarıdaki hususların tekrarlanmaması içinde ilgili yasalarda gerekli düzenlemeler yapılmalı ki tekrar aynı noktaya gelmeyelim.

Selami Güngördü

03 Ekim 2010 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
  • 1
  • 2

About Me

About Me

Writer & Reader

Neque porro quisquam est, qui dolorem ipsum quia dolor sit amet, consectetur, adipisci velit, sed.

Keep in touch

Facebook Twitter Instagram Pinterest Tumblr Youtube Bloglovin Snapchat

Newsletter

Subscribe my Newsletter for new blog posts, tips & new photos. Let's stay updated!

Recent Posts

  • Rachel Corrie

    16 Mart 2024
  • 2023 Kitap Fuarları

    25 Kasım 2022
  • 2022 Kitap Fuarları

    10 Ocak 2022
  • Covid-19 Pandemisi ve Sağlık Çalışanları Üzerindeki Etkileri: Sosyolojik Perspektif

    26 Mayıs 2021
  • 2021 Kitap Fuarları

    29 Ekim 2020

Categories

  • Edebiyat (6)
  • Ekonomi (6)
  • Featured (6)
  • Genel (23)
  • İş Dünyası (9)
  • İslâmi Bakış (11)
  • Kitabiyat (42)
  • Kitap Fuarı (6)
  • Kitap Fuarı Detay (7)
  • Life (2)
  • Moments (7)
  • Nature (5)
  • Sanat (1)
  • Stories (6)
  • Tarih (4)
  • Travel (5)

About me

banner
Soledad is the best selling Blog & Magazine WordPress Theme of this year on Themeforest.

Popular Posts

  • 1

    Writing New Life Chapter

    07 Haziran 2017
  • 2

    My Baby Cactus

    07 Haziran 2017
  • 3

    Green Corner in My Home

    07 Haziran 2017

Newsletter

Subscribe my Newsletter for new blog posts, tips & new photos. Let's stay updated!

  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram
  • Pinterest
  • Tumblr
  • Youtube
  • Bloglovin
  • Snapchat

@2019 - All Right Reserved. Designed and Developed by PenciDesign


Back To Top
Mağaradakiler
  • Travel