Îmân ve İslâm Hakkında Gerekli Bilgiler


Îmân Ne Demektir?

Îmân, sevgili Peygamberimizin yüce Allâh’tan getirmiş ve bizlere iletmiş olduğu şeylerin hepsine, cân-ü gönülden inanmaktır.

Îmânın Yâni Mü’min Olmanın Şartları:

Gerek Kur’ân-ı Kerîm’de gerekse Hadîs-i Şerîflerde îmân etmekle yükümlü olduğumuz hususların sayısı oldukça fazladır. Ancak bunların başlıcaları ve en önemli olanları altı tâne olup, şunlardır:

1- Allâh’a inanmak

2- Meleklerine inanmak

3- Kitaplarına inanmak

4- Peygamberlerine inanmak

5- Âhiret gününe (ölüm sonrası dirilişe ve dirilişten sonraki hayâta) inanmak

6- Hayır veyâ şer olsun kadere, yâni kaderin Allâh’ın irâdesi (dilemesi) ve yaratmasıyla olduğuna inanmaktır.

Bu altı esâsa, îmânın esasları, îmânın rükünleri, îmânın temelleri ve îmânın şartları adı verilir. Bu altı esas sevgili Peygamberimizin, yüce Allâh’tan bizlere getirip ilettiği, inanılması gereken şeylerin ana temelidir.

Diğer bir tâbirle bu altı esas, îmân edilmesi gereken hususların temelini oluşturur. Nitekim sevgili Peygamberimiz (ona salât ve selâm olsun) Cebrâil aleyhisselâmın insan şeklinde gelerek “Îmân nedir?” sorusuna “Îmân, Allâh’a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, Âhiret gününe, hayrı ve şerriyle kadere inanmandır.” diye cevap vermiştir.

Diğer taraftan Kur’ân-ı Kerîm’in açık ve kesin olarak bildirdiği hüküm ve haberlere; meselâ: Peygamberimiz Muhammed’in (üzerine salât ve selâm olsun) Peygamber olarak gönderildiğine, kendisinden sonra başka bir Peygamber gelmeyeceğine, Kur’ân-ı Kerîm’in Allâh kelâmı olduğuna, Âhiret günündeki dirilişin dünyadaki bedenlerimizle olacağına, namâz, zekât, oruç ve haccın farz olduğuna, hırsızlığın, fâizin, zinânın ve şarap içmenin harâm olduğuna, kesin bir inanışla inanmak da, farz ve şarttır. Bunlardan herhangi birine inanmayanın, veyâ herhangi birini küçümseyenin îmânı reddedilir. Hattâ diğerlerine olan îmânı da, kabul edilmez. Böyle bir kimse, o anda îmân yüceliğinden, îmânla şereflenmek ve seâdet ehli olmaktan mahrûm kalır.

Îmânın şartlarıyla birlikte yukarıda bildirilen hususlar “Zarûriyyât- ı Dîniyye” (öğrenilmesi ve inanılması gereken, dînle ilgili zorunluluklar) adını alır. Peygamberimizin bildirdiği kesin olarak bilinen hüküm ve haberler, bu isimle anılır. Bunlardan herhangi birini inkâr veyâ dînî emirlerden birini küçümsemek veyâ dînimizce harâm kılınan bir şeyi helâl saymak; kişiyi dîninden çıkarır, kâfir eder.

İslâm Ne Demektir?

İslâm, sevgili Peygamberimizin bildirdiği şeylere kesin bir şekilde inanarak, bunları beğenip güzel görerek, yüce Allâh’a itâat etmek, teslîm olmak ve boyun eğmek demektir.

İslâm’ın Şartları ve Esasları:

İslâm’ın şart ve esasları da çoktur. Ancak bunlardan en önemlileri beş tâne olup, şunlardır:

1- Şehâdet kelimesini söylemek

2- Namâz kılmak

3- Zekât vermek

4- Oruç tutmak

5- Hac etmek (Hac görevini yapmak)

Şehâdet Kelimesi:

أَ شْهَدُ أَنْ لَا إِلٰهَ إِلَّا اللهُ وَ أَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ

“Eşhedü en lâ İlâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Rasûluh.” (Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdet edilmeye lâyık hiçbir İlâh yoktur, yine şehâdet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve Peygamberidir.)

1- Şehâdet kelimesi (tevhîd kelimesi) gibi, İslâm’ın sembolü ve şiârıdır. Kişinin Müslüman olduğunun delîli ve alâmetidir.

2- Gerçek Müslüman “Zarûriyyât-ı Dîniyye” ye inanmakla birlikte şer-î bir özrü olmadıkça; namâz, oruç ve benzerleri gibi, İslâm’ın amelî (uygulamayla ilgili) hükümlerini aslâ bırakmaz. Onları korur, gözetir, yerine getirir. Böylece kendisini Âhiret gününe hazırlar.

3- İslâm’ın amelî hükümlerinden herhangi birini, bile bile terk etmek, büyük günâhlardandır. Ancak, kişi bunlardan herhangi birini inkâr etmedikçe, îmân ve İslâm’dan çıkmaz.

Tevhîd Kelimesi:

لا اِلهَ اِلا الله

“Lâ İlâhe illallâh” kelimesine, tevhîd kelimesi denilir. Bu kelimeye, “Tehlîl, Kelimetül İslâm (Müslüman oluş kelimesi), Kelimetullâh (Allâh’ın kelimesi), El Kelimetü’t Tayyibeh (hoş ve güzel kelime), Kelimetüt Takvâ (takvâ kelimesi), El Kelimetül Münciyeh (kurtaran kelime), El Kelimetül Mübârakeh (mübârek kelime) ve Miftâhul İslâm (İslâm’ın anahtarı) isimleri de verilir. Bu kutlu kelimenin, Allâh nezdinde çok yüce bir değeri vardır.

لا اِلهَ اِلا الله مُحَمّدٌ رَسُولُ اللهِ

“Lâ İlâhe illallâh Muhammedün Rasûlullâh” kelimesi, söyleyip inanan insanı sonsuz olarak Cehennemde kalmaktan kurtaran kelimedir.

Îmânla İslâm Arasında Bir Fark Var mıdır?

Îmân ile İslâm lügat (sözlük) bakımından birbirinden ayrı ve farklıdır. Çünkü îmân, lügatta inanmak, bir şeyi, bir haberi, bir kimsenin sözünü kabul ve tasdîk etmek demektir.

Dînî anlamda ise şehâdet (tevhîd) kelimesini söyleyerek, bunların mânâsına yâni Allâh’ın varlığına, Allâh’tan başka bir İlâh olmadığına, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın Allâh’ın kulu ve Peygamberi olduğuna, onun Allâh’tan alıp bizlere haber verdiği, iletip bildirdiği şeylerin doğruluğuna kesin olarak inanmak demektir.

İslâm’da lügat bakımından ihlas, (samîmî olma), itâat etme, teslîmiyet gösterme, boyun eğme mânâsınadır.

Dînî anlamda ise, sevgili Peygamberimizin bildirdiği şeyleri her yönüyle kabul edip, güzel görerek, yüce Allâh’a teslîmiyet göstermek, itâat etmek, boyun eğmek, Peygamber Efendimizin haber verdiği hususları hayâta geçirerek yaşamak demektir.

Görüldüğü üzere îmân ve İslâm, lügat bakımından biribirinden farklı iseler de, dînî anlamda birdir, bir anlama gelmektedir. Dolayısıyla her mü’min, Müslümandır (müslimdir), her Müslüman da mü’mindir. Yine bunlar bir anlama geldiği için, biri diğerinin yerine kullanılabilir. Nitekim Ez-Zâriyât sûresinin 35. ve 36. Âyeti kerîmelerinin meâli şöyledir: “O beldedeki mü’minleri çıkardık. Zâten orada da bir evden başka Müslüman da bulmadık.”

İmâm Ebû Hanîfe hazretleri de konu ile alâkalı olarak “Fıkh-ı Ekber” inde şöyle der:

“Îmân ile İslâm’ın sözlükteki anlamları farklıdır. Ancak İslâm’sız îmân olmayacağı gibi, îmânsız da İslâm olmaz. Bunların her ikisi de karınla sırt gibidir. Nasıl ki karın sırttan, sırt ta karından ayrı olmazsa bunlarda birbirinden ayrı olmaz.”

Bilinmelidir ki, îmânın şartları gibi, inançla ilgili hususlar, kişinin iç dünyasını, gönül âlemini zenginleştirir. İslâm’ın temel esasları gibi, amel ve fiille (eylemle) ilgili hususlar da, dış dünyasını zenginleştirir. Böylece kişi, kâmil ve olgun bir mü’min ve Müslüman olur.

Îmânın Sahîh ve Makbûl Olmasının Şartları:

Kişinin îmânının Allâh nezdinde geçerli ve makbûl olması için, birtakım şartlar vardır. Bunlar gerçekleşmedikçe, îmân sahîh ve geçerli olmaz. Allâh nezdinde kabul görmez. Bu şartlar şunlardır:

1- Îmân, umutsuzluk hâlinde olmamalıdır; çünkü umutsuzluk hâlinde olan bir îmân, kabul edilmez. Nitekim, i’tikâd kitaplarında “Yâis’in îmânı, makbûl değildir” der. Yâni tüm hayâtı, küfürle geçmiş bir kimsenin, ölmek üzere iken, ölüm meleğini veyâ azâb meleklerini gördüğü anda îmân etmesi, makbûl olmaz.

2- Zarûriyyât-ı Dîniyye’den hiçbiri inkâr edilmemelidir. Bunlardan herhangi birini inkâr etmek küfürdür.

3- Müslüman olmayanların dînlerine özgü bir şey yapılmamalıdır. Puta tapmak; bereketlenmek, yüceltmek ve saygı göstermek maksadıyla zünnar (papaz kuşağı) bağlamak, haç takınmak gibi.

4- İslâmî hükümlerin hepsi güzel görülerek kabul edilmeli, bunların uygulanmasında inattan ve büyüklük taslamaktan sakınılmalıdır.

5- Îmân, küfre düşüren sözlerden, inanç ve davranışlardan korunmalıdır.

6- Îmân, ömür boyunca devâm etmeli, dolayısıyla kişi rûhunu îmânla vermeli, hayât îmânla sona ermelidir; çünkü, son âna îtibâr edilir. Rûhun çıktığı âna bakılır. Şüphesiz ki, îmânını can bedenden çıkıncaya kadar koruyamayan kimse, önceki îmânından hiçbir fayda göremez. Bundan dolayıdır ki, ölmek üzere olanlara, îmân üzere ölmeleri, bu îmânla dirilmeleri maksadıyla, tehlîl kelimesi telkîn edilir. Yâni bu kelimeyi söyleterek ölmelerine özen gösterilir. Kuşkusuz ki bu kelimeyle can verenler Cennete girecektir.

7- Îmân, Ehl-i Sünnet’in ta’rif ettiği (tanımladığı) ve bildirdiği şekilde olmalıdır. Muhakkak ki Ehl-i Sünnet’in i’tikâd ve inancına uymayan ve bağdaşmayan inanışlar, Allâh nezdinde geçerli olmayacak, kabul görmeyecektir. Böyle kimselerin yapmış olduğu bütün hayırlar, iyilik ve ibâdetler boşa gidecektir; çünkü bu ameller, i’tikâd ve inanca bağlıdır. İnanç, sahîh ve geçerli ise, bu ameller de sahîh ve geçerlidir. İnanç sahîh ve geçerli değil ise, ameller de sahîh ve geçerli değildir.

Amellerin Sahîh ve Makbûl Olmasınının Şartları

Amellerin, ibâdet ve tâatların makbûl olmasının şartları da vardır. Bunlar şöyledir:

1-Müslüman olmak. Müslüman olmayanların ibâdet etmek niyetiyle yapmış oldukları amelleri Allâh nezdinde kabul görmez.

2- Kitâba ve sünnete uygun bir şekilde yapmak. Amelleri ibâdet ve tâatleri; âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîflerde bildirildiği gibi yapmak. Şüphesiz ki Allâh, amelleri, ibâdet ve tâatları şerîate uygun olarak yapılmışsa kabul eder, değilse reddedilir, aslâ kabul edilmez.

3- Sâdece yüce Allâh’ın rızâsı için yapmak.

Halit Sevimli