Mağaradakiler
  • Travel
Category:

İslâmi Bakış

İslâmi Bakış

Ezânı Nasıl Dinlemeliyiz?..

by Magaradakiler 15 Mayıs 2013

“Pîr-i müezzinin” olan Bilâl-i Habeşi (r.a) ezâna başlayacağını haber verince Resûl-i Ekrem Efendimiz, şayet sahâbe-i kiramla sohbet hâlindeyseler – meâlen – şöyle buyururlardı: “Namaz vakti geldi, öylemi? Ezânı oku; namaz vaktini Müslümanlara ilân et; namazla bizi dinlendir, ey Bilâl!..”

Dikkat edilince hemen fark edilecektir ki, hadîs-i şerîfde ne hassas bir incelik vardır… Arapçadaki bu derin sırra nüfuz edebilenler: “erihnâ bihâ» ile «erihnâ minhâ” arasındaki derin belagat farkını sezerler. Zira bu sırrı vücûda getiren sadece bir harfdir. Zîra “erihnâ minhâ” olsaydı, hadîsin meali “bizi namaz borcundan kurtar” mânâsına gelirdi. “Erihnâ bihâ” olunca “onunla (yani namazla) bizi rahata kavuşdur, ey Bilâl!” demek oluyor. Aradaki fark; yerle gök arası kadar uzak mesafe işgal eden bir belâgat inceliğidir. Arap edebiyatı mütehassısları, bu hadîs-i şerîfde görüldüğü gibi Resûl-i Ekrem Efendimizin fesahat ve belâgatına hayran kalmak şöyle dursun, İlâhî i’câzın karşısında secdelere kapanıyorlar… Hadîs ilminde ihtisas yapmayanlar, bu mübarek ilmin ledünniyâtına âşinâ olamıyorlar. Bununla da beşer gücü ile, îlâhî kudretin arasındaki muazzam fark görülmüş oluyor…

Peygamber (aleyhissalâtü vesselam) Efendimiz, Hz.Bilâl’e bu nurdan ifâdelerle hitab ettikden sonra, ezânın kelimelerini Bilâl (r.a) ile birlikte tekrar ediyorlardı. Şu farkla ki “hayye alessalâh – hayye alelfelâh” cümlelerinin yerine “lâ havle vela kuvvete illâ billâh” kelimesini söylüyorlardı. Muhterem sahâbîlerine de “Siz de benim yaptığım gibi yapın” buyurmuşlardı. O gün bugün, bütün Müslümanlara müezzinle beraber ezânı tekrarlamak, Resül-i Ekrem (s.a.) Efendimizin tarifleri veçhile, sünnet olmuşdur.

Ne var ki son zamanlarda, memleketimizde bu sünnet-i seniyyeye lâyıkı veçhile uyulmadığı görülüyor. Meselâ, ezânı işiten kimselerden bir kısmı, ezâna ya hiç hürmet göstermeden konuşmasına veya işine devam ediyor; bir kısmı da sadece “Aziz Allah!” demekle iktifa ediyor. Hâlbuki yukarıda gördüğümüz veçhile müezzinle birlikte tekrarlamak ve müezzin “hayye alessalâh”, “hayye alelfelâh” derken de “lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” demek; bizzat Nebiyy-î Zîşân Efendimizin emirleridir. Kur’ân-ı Kerîm’de, Peygamber (s.a)’in emrine karşı gelenlerin dünyada çeşitli fitnelere, âhiretde de şiddetli azaba dûçâr olacakları ihtar edilmişdir.

Bu sünnet-i seniyyenin câmilerde, Cuma ve vakit namazlarından evvel cemaate nasihat eden vâiz efendilerimizin bazılarınca da, ezânı işitdikleri halde hiçbir telâş göstermeksizin konuşmalarına devam ederek ihmâl gösterdiklerini – maalesef- görmekteyiz.

Gönül ister ki, (her ne kadar Fıkıh kitaplarımızda böyle bir müsamaha bulunsa dahi) vâiz efendilerimiz, cemaate bu sünnetin ihyasını tâlim buyursalar ve ezândan sonra yapılması mesnûn olan “el-vesîle” duasını da manâsıyla birlikde Müslümanlara öğretseler…

Tekbîr ve tehlîl ile başlayan Ezân-ı Muhammedî’nin o mukaddes kelimeleri, bizzat Peygamber-i Zîşân Efendimiz ve Sahâbe-i Kirâm’ı ile birlikde, bütün Müslüman dünyasını on beş asırdır, lâhûtî bir marş olarak tekrar edilirken, memleketimizde bu mübarek sünnete riâyetde kusur etmek, cidden tamir isteyen millî ve dinî hatalarımızdandır.

Hadîs-i şeriflerde rivayet edildiğine göre Hz. Bilâl (r.a) ezândaki – meâlen – “Allah’dan başka bir ma’bûd bulunmadığına ve Muhammed Mustafa’nın da onun hak peygamberi olduğuna şehâdet ederim” mânâsını ihtiva eden “eşhedü en lâilâhe illallah – eş-hedü enne Muhammeden Resûlullah” kelimelerini tekrarladıkça Resûl-i Ekrem Efendimiz “Ben de şehâdet ederim” buyururlarmış… Bu ne heybetli ve ne şümullü bir şehâdetdir!

Zîra şehâdet kelimesi; – nûr içinde yatsın – büyük şâirimiz Mehmed Akif Bey’in “İstiklâl Marşı”nda ifâde ettiği gibi “dinin temeli”dir…

Dinler târihinde her Peygamberin kendine has bir ifâde tarzı vardır. Meselâ Yahudiler Cumartesi günleri Havralarda, Hıristiyanlar Pazar günleri kiliselerde toplu ibadetlerini yaparlar. Biz Müslümanlar ise, beş vakit namazımızı cemaat halinde mescid ve-câmilerde edâ etmek bahtiyarlığına nail olmuşuz. Cenâb-ı Hak tarafından ikram üzerine ikram olmak üzere, bütün yeryüzü, ümmet-i Muhammed’e “mescid” kılınmışdır. Namazlarımızı vakti gelince temiz olan her yerde edâ edebilmekteyiz. Çünkü bütün yeryüzü Müslümanlar için bir ibadethanedir, İslâm’da ibâdetin ufku, mâbedlere sığmayacak kadar genişdir. Bu hikmete mebnîdir ki; İslâm’ın Ezânı, cihan mabedini vecde getirecek derecede heybet dolu zaferlerin tevhîd bestesidir. Bu nurdan beste, yüzyıllar boyu fetih ordularının zafer marşı olmuşdur. Ordular, fethettikleri ülkelere tekbîr ve tehlîl sadâlarıyla girerken, ülkelerden önce gönülleri fethediyorlardı.

İnsan, o fütuhatı anar vecde gelir de,
Gönlüyle yaşar, kaç asır evvelki devirde…
 
Rabbim! Ne mehabetli o mazideki ünler;
Bir bayrağın üç kıt’aya hükmetdiği günler…
 
Her gün, yeni bir ülkeyi fetheyleyen ordu,
Gökkubbeyi tekbirle bütün dolduruyordu…
 
Geldikçe ezânlarla cihan ma’bedi vecde,
Mi’rac olur Allah’a ibâdetdeki secde…

Ali Ulvi Kurucu

Kaynak: Ali Ulvi Kurucu, Gecelerin Gündüzü, haz. M. Ertuğrul Düzdağ, Marifet Yayınları, İstanbul, 1990

15 Mayıs 2013 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
İslâmi Bakış

Allâh’ın Sıfatları

by Halit Sevimli 03 Mayıs 2013

Yüce Rabb’imizi sıfatlarıyla tanır ve biliriz. O’nun sıfatları ise iki kısma ayrılır:

Selbî (yaratılmışlarda olmayan ve bulunmayan) sıfatlar.

Sübûtî (zâtî ) sıfatlar.

ALLÂH’IN SELBÎ SIFATLARI

Rabb’imizin selbî sıfatları altı tâne olup şunlardır:

1- Vücûd: Allâh’ın varlığı, var olması.

2- Kıdem: Allâh’ın ezelî olması, varlığının başlangıcının olmaması.

3- Bekâ: Allâh’ın ebedî olması, varlığının sonunun olmaması.

4- Vahdâniyyet: Allâh’ın; zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde (yaratıcılığında) bir ve tek olması, aslâ bir eşi, benzeri ve ortağının bulunmaması.

5- Muhâlefetün Lil Havâdis: Allâh’ın yaratılmışlardan hiçbirine benzememesi, hatta akla gelen her şekil ve sûretten de münezzeh (yüce) olması.

6- Kıyâm Bi Nefsihî: Allâh’ın varlığının kendinden olması, herhangi bir şeye veya bir mekâna, (meselâ Arş’a) aslâ muhtaç olmaması.

ALLÂH’IN SUBÛTÎ (ZÂTÎ) SIFATLARI

Rabb’imizin sübûtî sıfatları da sekiz tâne olup şunlardır:

1- Hayât: Yüce Rabb’imizin diri olması.

2- İlim: Yüce Rabb’imizin her şeyi bilir olması.

3- Semi’: Yüce Rabb’imizin her şeyi işitir olması.

4- Basar: Yüce Rabb’imizin her şeyi görür olması.

5- İrâde: Yüce Rabb’imizin irâdesi (dilemesi) nin olması.

6- Kudret: Yüce Rabb’imizin kudretli ve her şeye gücü yeter olması.

7- Kelâm: Yüce Rabb’imizin tekellüm eder (konuşur) olması.

8- Tekvîn: Yüce Rabb’imizin yaratır olması.

Sübûtî sıfatlara “zâtî” sıfatlar da denir.

Çoğu kitaplarda Allâh’ın selbî sıfatlarına, “Zâtî sıfatlar” dendiği görülmektedir, ancak bu bir hatâdır. Konu hakkında bkz. (Büyük İslâm İlmihâli sayfa 22, Sualli-Cevaplı Dînî Bilgiler sayfa 51 ve İmâm-ı A’zam Ebu Hânife, Fıkh-ı Ekber.)

  • Her Müslüman’ın, Allâh’ın selbî ve sübûtî sıfatlarla muttasıf (vasıflı, nitelikli) olduğunu bilmesi farzdır.
  • Selbî ve sübûtî sıfatlara kemâl sıfatları, bunların zıtları olan sıfatlara da acizlik sıfatları (eksik ve noksan sıfatlar) denir.
  • Şüphesiz ki Yüce Rabb’imiz, kemâl sıfatlarla muttasıf; bunların zıtları olan âcizlik sıfatlarından da münezzehtir (arı ve yücedir).
  • Yüce Rabb’imizin sıfatlarını bilerek, O’na böyle inanıp îmân etmemiz gerekir.

Allâh’ın, Vücûd (varlık) Sıfatı:

Rabb’imiz olan Yüce Allâh mevcuddur (vardır), “Vücûd” sıfatıyla da vasıflıdır. Aklı olan hiç kimse O’nun varlığını inkâr edemez. Zerreden Arş’a varıncaya kadar bütün yaratılmışlar O’nun varlığına şâhittir.

Allâh’ın, Kıdem (ezelîlik) Sıfatı:

Rabb’imiz olan Yüce Allâh kadîmdir (ezelîdir) “Kıdem” sıfatıyla da muttasıftır. Her şeyin ve her varlığın bir başlangıcı vardır; ama Yüce Allâh’ın varlığının asla bir başlangıcı yoktur. O, başlangıcı olmayan tek ve yegâne varlıktır.

Allâh’ın, Bekâ (ebedîlik, sonsuzluk) Sıfatı:

Rabb’imiz olan Yüce Allâh, “Bekâ” sıfatıyla da vasıflıdır. Allâh; bâkîdir, ebedîdir, sonsuzdur. Yüce Allâh’ın varlığının başlangıcı olmadığı gibi sonu da yoktur.

Allâh’ın Vahdâniyyet (teklik, eşsizlik) Sıfatı:

Yüce Rabb’imiz “Vahdâniyyet” sıfatıyla da muttasıftır. Allâh birdir; Zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde (yaratıcılığında) tek ve benzersizdir. Aslâ bir eşi, ortağı, dengi ve benzeri yoktur.

Allâh’ın Muhâlefetün Lil Havâdis (yaratılmışlara benzememe) Sıfatı:

Yüce Rabb’imiz “Muhâlefetün Lil Havâdis” sıfatıyla da vasıflıdır. Zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde (yaratıcılığında) yaratılmışlardan hiçbirine benzemez.

Yüce Rabb’imiz, ne yerde, ne de gökte canlı veya cansız, somut veya soyut herhangi bir şeye benzemekten münezzeh (arı ve yüce) olduğu gibi, hatır ve hayâle gelebilecek her türlü şekil ve sûretten de münezzehtir. Bu yüzden büyükler,  (anlam olarak): “Ne gelirse gelsin aklına, Allâh aslâ benzemez ona!” demişlerdir.

Allâh’ın Kıyâm Bi Nefsihî (varlığının kendinden olması) Sıfatı:

Yüce Rabb’imiz “Kıyam Bi nefsihî” sıfatıyla da muttasıftır. Allâh’ın, “Kıyam Bi Nefsihî” sıfatı, O’nun varlığının bir başkasından değil kendinden olması demektir. Evet, Yüce Rabb’imizin varlığı kendindendir.

Şüphesiz ki biz her şeyimizle Allâh’a muhtacız, bütün varlıklar da O’na muhtaçtır. O ise ihtiyaçtan münezzehtir, hiçbir şeye, hiçbir varlığa ve hiçbir mekâna muhtaç değildir.

Unutulmamalıdır ki bir şeye muhtaç olmak, âcizlik ve zayıflık göstergesidir. Allâh ise bu gibi noksan  sıfatlardan yüce ve uzaktır. Şüphesiz ki O hiçbir şeye ama hiçbir şeye muhtaç değildir.

Rabb’imizin bu sıfatına, “Kıyâm Bi Zâtihî” sıfatı da denir.

Allâh’ın Hayât (dirilik) Sıfatı:

Rabb’imiz olan ve bizlere hayat veren Yüce Allâh, “Hayât” sıfatı ile de muttasıftır. Şüphesiz ki O,  حَيّ  (Hayy)’dır, diridir, aslâ ölmez ancak diğer diriler gibi değildir. Çünkü O’nun Hayât’ı hem ezelî hem de ebedîdir. O’nun için ölüm söz konusu değildir. O’nun Hayât’ı; bizim hayâtımız gibi rûh ve beden ile de değildir.

Allâh’ın İlim (bilme) Sıfatı:

Yüce Rabb’imiz ilim sıfatıyla da vasıflıdır. Rabb’imizin bilmesi mahlûkatın bilmesi gibi değildir. Bizim ilmimiz sınırlı, O’nun ilmi ise sınırsızdır.

O, her şeyi bilir. Ne yerlerde ne de göklerde, O’nun bilmediği ve O’na gizli kalan hiçbir şey yoktur.

Yüce Rabb’imiz; gönlümüzden geçenleri, yaptıklarımızı ve yapacaklarımızı da bilir. Bu yüzden mü’minleri (inananları) Cennetle mükâfatlandıracak, inkârcıları da Cehennem ile cezâlandıracaktır.

Allâh’ın Semi’ (işitme) Sıfatı:

Yüce Rabb’imiz, Semi’ (işitme) sıfatıyla da muttasıftır. Bizim duymamız; işitme uzvuna bağlıdır. Yüce Rabb’imizin duyup işitmesi ise, herhangi bir uzva bağlı değildir. Şüphesiz ki Allâh herhangi bir âzâya (organa) muhtaç olmaktan münezzehtir.

Yüce Rabb’imiz her şeyden ve her yerden gelen sesleri duyar, işitir. O’nun duymadığı bir ses düşünülemez.

Yüce Rabb’imizin, bizim ses ve sözlerimizi de işittiğine göre, dilimizi O’nun râzı olmayacağı sözlerden korumamız gerekir.

Allâh’ın Basar (görme) Sıfatı:

Yüce Rabb’imiz, Basar sıfatıyla da vasıflıdır.

Bizim görmemiz, görme uzvuna bağlıdır. Yüce Rabb’imizin görmesi ise âzâya bağlı değildir şüphesiz ki Allâh, herhangi bir uzva muhtaç olmaktan münezzehtir.

Yüce Rabb’imiz, yerlerde, göklerde ve karanlık gecelerde neler var ve neler yapılıyorsa, hepsini görür. O’nun görmediği bir şey düşünülemez.

Yüce Rabb’imiz bizi de gördüğüne göre, O’nun râzı olduğu şeyleri yapmaya çalışmalı, gazab ettiği (râzı olmadığı) şeyleri yapmaktan da kaçınmalıyız. Çünkü O, sevdiği şeyleri yapanları lütfuyla mükâfatlandıracaktır.

Allâh’ın İrâde (dileme) Sıfatı:

Yüce Rabb’imiz, İrâde (dileme) sıfatıyla da muttasıftır, yâni niteliklidir.

Kâinatta, şu varlık âleminde neler oluyor ve ne gibi hâdiseler (olaylar) meydana geliyorsa, neler yaşıyor ve nelerle karşılaşıyorsak, iyi veya kötü olsun başımıza neler geliyorsa, bunların tamâmı Yüce Allâh’ın irâdesiyle vâr olur, meydana gelir.

Şüphesiz ki Allâh ne dilerse, o olur. Hiçbir kuvvet, O’nun irâdesine karşı koyamaz; irâde buyurduğu şey, ânında vâr olur. O’nun irâdesi olmadıkça hiçbir şey vâr olmaz.

Allâh’ın Kudret (kuvvet) Sıfatı:

Yüce Rabb’imiz, Kudret (kuvvet) sıfatıyla da vasıflıdır. O’nun kudret ve kuvveti bizim gibi sınırlı değil, aksine kelimenin tam mânâsıyla sınırsızdır. O’nun kudret ve kuvvetinin yetmediği hiçbir şey yoktur, ne dilerse yapmaya kâdirdir, aslâ kimse mâni olamaz. O dilerse, yüz binlerce âlem vâr eder ve dilerse  yok eder.

Allâh’ın Kelâm (konuşma) Sıfatı:

Yüce Rabb’imiz Kelâm (konuşma) sıfatıyla da muttasıftır (niteliklidir).

Ancak iyi bilmemiz gerekir ki Yüce Rabb’imizin kelâmı bizim konuşmamıza benzemez. Çünkü bizler,  harfler ve sesle konuşuruz. Rabb’imiz ise; harfler ve ses olmaksızın konuşur.

Allâh’ın Tekvin (yaratma, oldurma) Sıfatı:

Yüce Rabb’imiz, Tekvin (yaratma) sıfatıyla da vasıflıdır.

Görünen ve görünmeyen, canlı cansız, latîf kesîf bütün varlıklar, Allâh’ın tekvin sıfatıyla vâr olur. Vâr olacak bir şey, bu sıfatla vâr olur; yok olacak bir şey de yine bu sıfatla yok olur.

Peygamberlerin mûcizeleri, velîlerin kerâmetleri de yine bu sıfatla meydana gelir.

Yüce Rabb’imizin selbî ve sübûtî sıfatları, O’nun zâtı gibi kadîmdir, ezelî ve ebedîdir. Rabb’imiz bu sıfatlarla bilinir. O’nun bu sıfatlarını bilen, O’nu bilmiş ve tanımış olur. O’nun bu sıfatlarını bilmeyen ise, O’nu tanımamış demektir. O’nu tanımayanın ise, ibâdeti kesinlikle sahîh (geçerli) olmaz.

Hazırlayan: Halit Sevimli

03 Mayıs 2013 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
İslâmi Bakış

Îmân ve İslâm Hakkında Gerekli Bilgiler

by Halit Sevimli 18 Eylül 2012

Îmân Ne Demektir?

Îmân, sevgili Peygamberimizin yüce Allâh’tan getirmiş ve bizlere iletmiş olduğu şeylerin hepsine, cân-ü gönülden inanmaktır.

Îmânın Yâni Mü’min Olmanın Şartları:

Gerek Kur’ân-ı Kerîm’de gerekse Hadîs-i Şerîflerde îmân etmekle yükümlü olduğumuz hususların sayısı oldukça fazladır. Ancak bunların başlıcaları ve en önemli olanları altı tâne olup, şunlardır:

1- Allâh’a inanmak

2- Meleklerine inanmak

3- Kitaplarına inanmak

4- Peygamberlerine inanmak

5- Âhiret gününe (ölüm sonrası dirilişe ve dirilişten sonraki hayâta) inanmak

6- Hayır veyâ şer olsun kadere, yâni kaderin Allâh’ın irâdesi (dilemesi) ve yaratmasıyla olduğuna inanmaktır.

Bu altı esâsa, îmânın esasları, îmânın rükünleri, îmânın temelleri ve îmânın şartları adı verilir. Bu altı esas sevgili Peygamberimizin, yüce Allâh’tan bizlere getirip ilettiği, inanılması gereken şeylerin ana temelidir.

Diğer bir tâbirle bu altı esas, îmân edilmesi gereken hususların temelini oluşturur. Nitekim sevgili Peygamberimiz (ona salât ve selâm olsun) Cebrâil aleyhisselâmın insan şeklinde gelerek “Îmân nedir?” sorusuna “Îmân, Allâh’a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, Âhiret gününe, hayrı ve şerriyle kadere inanmandır.” diye cevap vermiştir.

Diğer taraftan Kur’ân-ı Kerîm’in açık ve kesin olarak bildirdiği hüküm ve haberlere; meselâ: Peygamberimiz Muhammed’in (üzerine salât ve selâm olsun) Peygamber olarak gönderildiğine, kendisinden sonra başka bir Peygamber gelmeyeceğine, Kur’ân-ı Kerîm’in Allâh kelâmı olduğuna, Âhiret günündeki dirilişin dünyadaki bedenlerimizle olacağına, namâz, zekât, oruç ve haccın farz olduğuna, hırsızlığın, fâizin, zinânın ve şarap içmenin harâm olduğuna, kesin bir inanışla inanmak da, farz ve şarttır. Bunlardan herhangi birine inanmayanın, veyâ herhangi birini küçümseyenin îmânı reddedilir. Hattâ diğerlerine olan îmânı da, kabul edilmez. Böyle bir kimse, o anda îmân yüceliğinden, îmânla şereflenmek ve seâdet ehli olmaktan mahrûm kalır.

Îmânın şartlarıyla birlikte yukarıda bildirilen hususlar “Zarûriyyât- ı Dîniyye” (öğrenilmesi ve inanılması gereken, dînle ilgili zorunluluklar) adını alır. Peygamberimizin bildirdiği kesin olarak bilinen hüküm ve haberler, bu isimle anılır. Bunlardan herhangi birini inkâr veyâ dînî emirlerden birini küçümsemek veyâ dînimizce harâm kılınan bir şeyi helâl saymak; kişiyi dîninden çıkarır, kâfir eder.

İslâm Ne Demektir?

İslâm, sevgili Peygamberimizin bildirdiği şeylere kesin bir şekilde inanarak, bunları beğenip güzel görerek, yüce Allâh’a itâat etmek, teslîm olmak ve boyun eğmek demektir.

İslâm’ın Şartları ve Esasları:

İslâm’ın şart ve esasları da çoktur. Ancak bunlardan en önemlileri beş tâne olup, şunlardır:

1- Şehâdet kelimesini söylemek

2- Namâz kılmak

3- Zekât vermek

4- Oruç tutmak

5- Hac etmek (Hac görevini yapmak)

Şehâdet Kelimesi:

أَ شْهَدُ أَنْ لَا إِلٰهَ إِلَّا اللهُ وَ أَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَ رَسُولُهُ

“Eşhedü en lâ İlâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Rasûluh.” (Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdet edilmeye lâyık hiçbir İlâh yoktur, yine şehâdet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve Peygamberidir.)

1- Şehâdet kelimesi (tevhîd kelimesi) gibi, İslâm’ın sembolü ve şiârıdır. Kişinin Müslüman olduğunun delîli ve alâmetidir.

2- Gerçek Müslüman “Zarûriyyât-ı Dîniyye” ye inanmakla birlikte şer-î bir özrü olmadıkça; namâz, oruç ve benzerleri gibi, İslâm’ın amelî (uygulamayla ilgili) hükümlerini aslâ bırakmaz. Onları korur, gözetir, yerine getirir. Böylece kendisini Âhiret gününe hazırlar.

3- İslâm’ın amelî hükümlerinden herhangi birini, bile bile terk etmek, büyük günâhlardandır. Ancak, kişi bunlardan herhangi birini inkâr etmedikçe, îmân ve İslâm’dan çıkmaz.

Tevhîd Kelimesi:

لا اِلهَ اِلا الله

“Lâ İlâhe illallâh” kelimesine, tevhîd kelimesi denilir. Bu kelimeye, “Tehlîl, Kelimetül İslâm (Müslüman oluş kelimesi), Kelimetullâh (Allâh’ın kelimesi), El Kelimetü’t Tayyibeh (hoş ve güzel kelime), Kelimetüt Takvâ (takvâ kelimesi), El Kelimetül Münciyeh (kurtaran kelime), El Kelimetül Mübârakeh (mübârek kelime) ve Miftâhul İslâm (İslâm’ın anahtarı) isimleri de verilir. Bu kutlu kelimenin, Allâh nezdinde çok yüce bir değeri vardır.

لا اِلهَ اِلا الله مُحَمّدٌ رَسُولُ اللهِ

“Lâ İlâhe illallâh Muhammedün Rasûlullâh” kelimesi, söyleyip inanan insanı sonsuz olarak Cehennemde kalmaktan kurtaran kelimedir.

Îmânla İslâm Arasında Bir Fark Var mıdır?

Îmân ile İslâm lügat (sözlük) bakımından birbirinden ayrı ve farklıdır. Çünkü îmân, lügatta inanmak, bir şeyi, bir haberi, bir kimsenin sözünü kabul ve tasdîk etmek demektir.

Dînî anlamda ise şehâdet (tevhîd) kelimesini söyleyerek, bunların mânâsına yâni Allâh’ın varlığına, Allâh’tan başka bir İlâh olmadığına, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın Allâh’ın kulu ve Peygamberi olduğuna, onun Allâh’tan alıp bizlere haber verdiği, iletip bildirdiği şeylerin doğruluğuna kesin olarak inanmak demektir.

İslâm’da lügat bakımından ihlas, (samîmî olma), itâat etme, teslîmiyet gösterme, boyun eğme mânâsınadır.

Dînî anlamda ise, sevgili Peygamberimizin bildirdiği şeyleri her yönüyle kabul edip, güzel görerek, yüce Allâh’a teslîmiyet göstermek, itâat etmek, boyun eğmek, Peygamber Efendimizin haber verdiği hususları hayâta geçirerek yaşamak demektir.

Görüldüğü üzere îmân ve İslâm, lügat bakımından biribirinden farklı iseler de, dînî anlamda birdir, bir anlama gelmektedir. Dolayısıyla her mü’min, Müslümandır (müslimdir), her Müslüman da mü’mindir. Yine bunlar bir anlama geldiği için, biri diğerinin yerine kullanılabilir. Nitekim Ez-Zâriyât sûresinin 35. ve 36. Âyeti kerîmelerinin meâli şöyledir: “O beldedeki mü’minleri çıkardık. Zâten orada da bir evden başka Müslüman da bulmadık.”

İmâm Ebû Hanîfe hazretleri de konu ile alâkalı olarak “Fıkh-ı Ekber” inde şöyle der:

“Îmân ile İslâm’ın sözlükteki anlamları farklıdır. Ancak İslâm’sız îmân olmayacağı gibi, îmânsız da İslâm olmaz. Bunların her ikisi de karınla sırt gibidir. Nasıl ki karın sırttan, sırt ta karından ayrı olmazsa bunlarda birbirinden ayrı olmaz.”

Bilinmelidir ki, îmânın şartları gibi, inançla ilgili hususlar, kişinin iç dünyasını, gönül âlemini zenginleştirir. İslâm’ın temel esasları gibi, amel ve fiille (eylemle) ilgili hususlar da, dış dünyasını zenginleştirir. Böylece kişi, kâmil ve olgun bir mü’min ve Müslüman olur.

Îmânın Sahîh ve Makbûl Olmasının Şartları:

Kişinin îmânının Allâh nezdinde geçerli ve makbûl olması için, birtakım şartlar vardır. Bunlar gerçekleşmedikçe, îmân sahîh ve geçerli olmaz. Allâh nezdinde kabul görmez. Bu şartlar şunlardır:

1- Îmân, umutsuzluk hâlinde olmamalıdır; çünkü umutsuzluk hâlinde olan bir îmân, kabul edilmez. Nitekim, i’tikâd kitaplarında “Yâis’in îmânı, makbûl değildir” der. Yâni tüm hayâtı, küfürle geçmiş bir kimsenin, ölmek üzere iken, ölüm meleğini veyâ azâb meleklerini gördüğü anda îmân etmesi, makbûl olmaz.

2- Zarûriyyât-ı Dîniyye’den hiçbiri inkâr edilmemelidir. Bunlardan herhangi birini inkâr etmek küfürdür.

3- Müslüman olmayanların dînlerine özgü bir şey yapılmamalıdır. Puta tapmak; bereketlenmek, yüceltmek ve saygı göstermek maksadıyla zünnar (papaz kuşağı) bağlamak, haç takınmak gibi.

4- İslâmî hükümlerin hepsi güzel görülerek kabul edilmeli, bunların uygulanmasında inattan ve büyüklük taslamaktan sakınılmalıdır.

5- Îmân, küfre düşüren sözlerden, inanç ve davranışlardan korunmalıdır.

6- Îmân, ömür boyunca devâm etmeli, dolayısıyla kişi rûhunu îmânla vermeli, hayât îmânla sona ermelidir; çünkü, son âna îtibâr edilir. Rûhun çıktığı âna bakılır. Şüphesiz ki, îmânını can bedenden çıkıncaya kadar koruyamayan kimse, önceki îmânından hiçbir fayda göremez. Bundan dolayıdır ki, ölmek üzere olanlara, îmân üzere ölmeleri, bu îmânla dirilmeleri maksadıyla, tehlîl kelimesi telkîn edilir. Yâni bu kelimeyi söyleterek ölmelerine özen gösterilir. Kuşkusuz ki bu kelimeyle can verenler Cennete girecektir.

7- Îmân, Ehl-i Sünnet’in ta’rif ettiği (tanımladığı) ve bildirdiği şekilde olmalıdır. Muhakkak ki Ehl-i Sünnet’in i’tikâd ve inancına uymayan ve bağdaşmayan inanışlar, Allâh nezdinde geçerli olmayacak, kabul görmeyecektir. Böyle kimselerin yapmış olduğu bütün hayırlar, iyilik ve ibâdetler boşa gidecektir; çünkü bu ameller, i’tikâd ve inanca bağlıdır. İnanç, sahîh ve geçerli ise, bu ameller de sahîh ve geçerlidir. İnanç sahîh ve geçerli değil ise, ameller de sahîh ve geçerli değildir.

Amellerin Sahîh ve Makbûl Olmasınının Şartları

Amellerin, ibâdet ve tâatların makbûl olmasının şartları da vardır. Bunlar şöyledir:

1-Müslüman olmak. Müslüman olmayanların ibâdet etmek niyetiyle yapmış oldukları amelleri Allâh nezdinde kabul görmez.

2- Kitâba ve sünnete uygun bir şekilde yapmak. Amelleri ibâdet ve tâatleri; âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîflerde bildirildiği gibi yapmak. Şüphesiz ki Allâh, amelleri, ibâdet ve tâatları şerîate uygun olarak yapılmışsa kabul eder, değilse reddedilir, aslâ kabul edilmez.

3- Sâdece yüce Allâh’ın rızâsı için yapmak.

Halit Sevimli

18 Eylül 2012 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
İslâmi Bakış

Ehl-İ Sünnet ve Cemâat Ne Demektir? Kimlerdir?

by Halit Sevimli 13 Ocak 2012

Ehl-i Sünnet ve Cemâat demek; sünnet ve cemâat ehli, yâni sünnet ve cemâate bağlı ve ona sâhip çıkanlar demektir.

Sünnet, sevgili Peygamberimizin inanç, i’tikâd ve amelde izlediği yoldur. Bu yol şüphesiz onun ashâbının da yoludur. Cemâatten maksat ise, Müslümanların çoğunluğudur. Peygamberimizin ashâbından sonra gelen Müslümanların çoğunluğu, ashâbın i’tikâdı üzerinde sâbit kaldılar. Bunların inanç ve i’tikâdlarından ayrılmadılar.

Ehl-i Sünnet ve Cemâat, ashâbın, Tâbiînin ve Tebe-i Tâbiînin i’tikâd ve inancı üzeredirler. Aynen bunlar gibi inanır, îmân ederler. İşte Ehl-i Sünnet ve Cemâat bunlardır. Sevgili Peygamberimizin sünneti üzerinde, onun takip ettiği yolda oldukları için, kendilerine bu isim verilmiştir; çünkü Peygamberimiz, ashâbının inancına bağlı kalınmasını emretmiştir. Ehl-i Sünnet ve Cemâat’e, kısaca Ehl-i Sünnet de denir.

Cemâat ehl-i denmelerinin sebebi ise, hak olan i’tikâdda Müslümanların çoğunluğuyla birlikte oldukları ve onlardan ayrılmadıkları içindir.

Peygamberimizin arkadaşlarına “Ashâb” ve “Sahâbe”, ashâbdan sonra gelenlere “Tâbiîn”(ashâba bağlı olanlar), bunlardan sonra gelenlere de, “Tebe-i Tâbiîn” (tâbiîlere bağlı olanlar) denir.

Ehl-i Sünnet ve Cemâat’in benimsedikleri ve kabul ettikleri inanca da, Ehl-i Sünnet i’tikâdı ve inancı denir.

Kısaca söylemek gerekir ise, Ehl-i Sünnet ve Cemâat sevgili Peygamberimizin ümmetinin çoğunluğudur. Bunlar, şüphesiz ki onun ashâbı ve îmân esaslarında onlara uyanlardır. Îmânın esas ve temelleri ise, Allâh’a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, Âhiret gününe ve hayır olsun, şer olsun kadere, yâni her şeyin Allâh’ın irâdesi ve yaratmasıyla olduğuna inanmaktır.

Ehl-i Sünnet’in en hayırlı ve fazîletli (erdemli) olanları, hicrî târihin ilk üç asrının Müslümanlarıdır. Yâni Peygamberimizin ashâbı, Tâbiîn (ashâba bağlı olanlar) ve Tebe-i Tâbiîn (Tâbiîne bağlı olanlar) dir. İmâm Tirmizî ve başkalarının rivâyet etmiş oldukları,

“Ashâbımı ve ashâbımdan sonra gelenlerle, onlardan sonra gelenleri, sizlere vasiyet ediyorum. Cemâate (İslâm toplumuna, Müslümanların toplumuna) sâhip olun. (Bu toplumdan kesinlikle ayrılmayın.) Çünkü şeytan, bir kişi ile berâberdir. (Onu aldatıp kandırması kolaydır.) Oysa, iki kişiden uzaktır. Kim Cennetin orta yerini, en seçkin, en güzel semtini istiyor ise, cemâate sâhip çıksın.(Müslüman toplumundan ayrılmasın.)” (İmâm Tirmizî)

meâlindeki hadîs-i şerîfde kastedilen cemâat, Ehl-i Sünnet ve Cemâat’tir.

“…Bu ümmet de yetmiş üç fırkaya bölünecektir. Bunlardan yetmiş iki fırkası ateşte (Cehennemde), biri ise Cennettedir. O da cemâattir.” (Ebû Dâvûd).

Hadîs-i şerîfindeki cemâatten kastedilenler de bunlardır.

Halit Sevimli

13 Ocak 2012 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
İslâmi Bakış

İbn Teymiyye Hakkında

by Halit Sevimli 30 Ocak 2011

SORU:

İbn Teymiyye hakkında Leknevî’nin, “İkâmetu’l Hucceh” isimli kitâbının 29. sayfasında özetle: “İbn Teymiyye büyük âlimlerdendir. Tâcüddîn Sübki, İbn Seyyidinnâs ve başkaları onu gâyet methetmiştir. Böyle olmakla berâber, ondan bir takım bozuk inançlar da nakledilmektedir. Bu bozuk inançlardan dolayı Yâfiî ve İbn Hacer El Mekkî ve daha başkaları tarafından yerilmiş, kınanmış ve tenkîd edilmiş (eleştirilmiş) tir.

İbn Teymiyye de bir beşerdir; günâhları ve hatâları vardır. Hatâları husûsunda kişi uyanık olmalı, (ilimdeki) mahâret ve fazlını da (meziyetini de) kabûl etmelidir.” denilmektedir. Bu hususta ne dersiniz?

CEVAP:

Evet, İbn Teymiyye’nin bir âlim olduğu, herkesçe bilinen bir şeydir. Onun âlim olmadığını iddiâ eden bir kimse de yoktur; ancak bundan daha önemli olan, Ehl-i Sünnet ve Cemâat i’tikâdından ayrılmamak ve fâsid, bâtıl, bozuk bir i’tikâda, bir inanca sâhip olmamaktır. İşte asıl önemli olan (ve olmazsa olmaz olan) budur.

Adı geçen şâhıs ise, ne yazık ki birçok bâtıl, bozuk, fâsid ve sapık inanç sâhibi olup, bunlardan bâzıları şunlardır:

  1.  Allâh’ın mahdût (sınırlı, yâni haddi ve sınırı bulunan) bir varlık olduğunu söylemesi “El Muvâfakah”, cilt 2, sayfa 29-30)
  2.  Allâh’ın cisim ve cismânî bir varlık olduğunu iddiâ etmesi. (“Beyân-u Telbîsi’l Cehmiyyeh”, cilt 1, sayfa 101 ve diğer kitapları)
  3.  Yaratılmışlardan bir kısmının ezelî olduğunu söylemesi. (“El Muvâfakah”, cilt 2, sayfa 75)
  4.  Allâh’ın hareket ve intikâl ettiğini (bir yerden bir yere geçtiğini), hakîki anlamda semâya indiğini iddiâ etmesi. (“Minhâc”, cilt 1, sayfa 210 ve cilt 2, sayfa 26)
  5.  Allâh’a cihet (yön) ve mekân izâfe etmesi. (“Minhâc, cilt 1, sayfa 217)
  6.  Allâh’ın oturduğunu söylemesi (“Mecmûatu’t Tefsîr”, sayfa 354-355 ve “Beyân-u Telbîsi’l Cehmiyyeh”, cilt 1, sayfa 576)
  7.  Cehennem’in yok olacağını, içindekilerin azâbının son bulacağını iddiâ etmesi. (“Er Raddu Alâ Men Kâle Bi Fenâil Cennet-i Vennâr”, sayfa 67)
  8.  Peygamberler ve sâlihler ile tevessül etmenin harâm olduğunu söylemesi. (Et Tevessülü Ve’l Vesîleh”, sayfa 24 ve 150)
  9.  Peygamberimizin seâdetli kabrini ziyâret etmek için yolculuk yapmanın harâm olduğunu iddiâ etmesi. (“Mecmû-u Fetâvâ”, cilt 4, sayfa 520, “El Fetâve’l Kübrâ”, cilt 1, sayfa 142 ve “Er Raddu Alel Ahnâî”, sayfa 165)

Bunların hepsine büyük âlimler tarafından yüzlerce, hattâ binlerce reddiye (kitap) yazılmış, gerekli ilmî cevaplar verilmiştir.

Görüldüğü üzere, bu sapık bâtıl ve bozuk inançlar basit şeyler, basit meseleler değildir. Yutulup hazmedilebilir, kabul edilebilir olmaktan çok, hem de çok uzaktır. Hiçbir Müslüman bunu yüklenemez, kabul edemez.

Evet, bu kişinin âlimlerden olduğu konusuna dönelim. Evet, bu kişi âlimdir, geniş, ilme sâhiptir, ancak büyük âlimlerden Veliyyüddîn Irâkî Hazretlerinin de ifade ettiği gibi “عِلْمُهُ أَكْبَرُ مِنْ عَقْلِه” “İlmuhû ekberu min aklihî” “İlmi aklından büyüktür.” Maalesef aklını kullanamamış, bu yüzden “لَيْسَ كَمِثْلِه شَىْءٌ” (Eş Şûrâ Sûresi 11) Âyet-i Kerîme’sine muhâlefet etmiş, karşı gelmiştir.  Âyet-i Kerîme’nin mânâsı: “Allâh’ın benzeri hiçbir şey yoktur. Allâh, hiçbir bakımdan hiçbir varlığa benzemez.” demektir.

Adı geçen kitaptaki (“İkâmetu’l Hucceh”): “Mahâret ve meziyetini de kabûl etmelidir.” ifâdesine gelince; evet, bu şahsın ilminin çok olduğunu herkes kabûl etmektedir, ancak bu ifâde: “Onun hatâlarını örtün, hatâlarından bahsetmeyin.” anlamına da gelmemeli, böyle bir anlam çıkarılmamalıdır. Çünkü bu şahsın hatâlarını -ki bu hatâlar çok büyük, çok ağır ve Yüce Allâh’ın celâline, ululuk, izzet, azamet ve şânına yakışmayan hatâlardır- örtmek, gizlemek, bu hususta bir şey söylememek (konuşmamak), bu hatâların doğru olduğu anlamına gelir ve bu durumda âlimlerin, gerçekleri açıklamadıklarından dolayı, Allâh nezdinde mes’ûl olmaları, hesâba ve sorguya çekilmeleri kaçınılmaz olur.

İşte bundan dolayıdır ki sayıları oldukça fazla olan Rabbânî âlimler, hemen kaleme sarılmışlar, adı geçen şahsı haklı olarak, hem de yerden göğe kadar haklı olarak ağır bir şekilde tenkîd etmişler, âdetâ eleştiri yağmuruna tutmuşlardır. Öyle ki, bu âlimlerden El İzz Bin Cemâa ve İbn Hacer El Mekkî El Heytemî bu şahsı sapık inançlarından, özellikle “Peygamberin kabrini ziyâret için yolculuk yapmak harâmdır.” dediğinden dolayı “إِنَّهُ عَبْدٌ أَضَلَّهُ الله“ (O, Allâh’ın doğru yoldan saptırdığı bir kişidir) diyerek tepkilerini açığa vurmaktan kendilerini alamamışlardır.

Ahmed Dâvûdoğlu Hocanın, Ömer Nasûhi Bilmen’den naklederek bildirdiği gibi, adı geçen şahsı tenkîd eden ulemâ arasında Hâfız Takiyüddîn Sübki ile yukarıda geçtiği gibi, İbn Hacer El Heytemî de vardır.

İlk zamanlarda Celâl Kazvîni, Kemâl Zemilkâni, Alâ’ Konevî (Konyalı) ve Muhammed Bin Harîrî gibi bir çok ulemâ, İbn Teymiyye’yi pek ziyâde (çok) methu senâda (övgüde) bulunmuşlar ve âdetâ onun (İbn Teymiyye’nin) cemâatini teşkil etmişlerse de, onun te’vîl götürmez (apaçık) sözleri karşısında birer birer kendisinden yüz çevirip uzaklaşmışlardır.

Hattâ onun aşırı taraftarlarından olan Zehebî kendisine nasîhatta bulunmuş, bir müddet muhâlifleri ile aralarını düzeltmeye çalışmış, fakat netîcede o da kendisinden bir hayli inhirâf etmiş (ayrılıp uzaklaşmıştır). (“Dîn Tahripçileri”, sayfa 76)

Zehebî’nin İbn Teymiyye’ye nasîhati çok önemlidir. Bu yüzden mutlakâ okunmalıdır. Bunun için adı geçen kaynağın aynı sayfasına bakınız.

Bu gerçekler güneş gibi meydanda iken; bâzı kişiler, İbn Teymiyye gibi kimseleri radyo ve televizyonlarında methederek, halkımızın, onların i’tikâd ve inançlarını benimsemelerine sebep olduklarından dolayı, Âhirette Rûz-i Cezâ’da, Mahkeme-i Kübrâ’da; yâni o büyük mahkemede, Yüce Allâh’a nasıl hesap vereceklerdir? Başlarını ellerinin arasına alarak iyice bir düşünsünler!

Halit Sevimli

30 Ocak 2011 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
  • 1
  • 2
  • 3

About Me

About Me

Writer & Reader

Neque porro quisquam est, qui dolorem ipsum quia dolor sit amet, consectetur, adipisci velit, sed.

Keep in touch

Facebook Twitter Instagram Pinterest Tumblr Youtube Bloglovin Snapchat

Newsletter

Subscribe my Newsletter for new blog posts, tips & new photos. Let's stay updated!

Recent Posts

  • Rachel Corrie

    16 Mart 2024
  • 2023 Kitap Fuarları

    25 Kasım 2022
  • 2022 Kitap Fuarları

    10 Ocak 2022
  • Covid-19 Pandemisi ve Sağlık Çalışanları Üzerindeki Etkileri: Sosyolojik Perspektif

    26 Mayıs 2021
  • 2021 Kitap Fuarları

    29 Ekim 2020

Categories

  • Edebiyat (6)
  • Ekonomi (6)
  • Featured (6)
  • Genel (23)
  • İş Dünyası (9)
  • İslâmi Bakış (11)
  • Kitabiyat (42)
  • Kitap Fuarı (6)
  • Kitap Fuarı Detay (7)
  • Life (2)
  • Moments (7)
  • Nature (5)
  • Sanat (1)
  • Stories (6)
  • Tarih (4)
  • Travel (5)

About me

banner
Soledad is the best selling Blog & Magazine WordPress Theme of this year on Themeforest.

Popular Posts

  • 1

    Writing New Life Chapter

    07 Haziran 2017
  • 2

    My Baby Cactus

    07 Haziran 2017
  • 3

    Green Corner in My Home

    07 Haziran 2017

Newsletter

Subscribe my Newsletter for new blog posts, tips & new photos. Let's stay updated!

  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram
  • Pinterest
  • Tumblr
  • Youtube
  • Bloglovin
  • Snapchat

@2019 - All Right Reserved. Designed and Developed by PenciDesign


Back To Top
Mağaradakiler
  • Travel