Mağaradakiler
  • Travel
Category:

İslâmi Bakış

İslâmi Bakış

İmâm Eş’arî ve İmâm Mâtürîdî

by Halit Sevimli 23 Aralık 2010

İmâm Eş’arî :

İsmi ve lakabı: Ali Ebû’l Hasen El Eş’arî’dir.

Doğumu: Yaygın görüşe göre hicrî 260, Basra.

Vefâtı: Yaygın görüşe göre hicrî 324, Bağdat.

İmâm Eş’arî, Peygamberimizin ashâbından olan Ebû Mûsâ El Eş’arî’nin neslindendir. “Ehl-i Sünnet’in imâmı”, Peygamberimizin sünnetinin bayraktârı; “Kelâm âlimlerinin imâmı (lideri)”, “Ehl-i Sünnet i’tikâdının koruyucusu”, “Ehl-i Sünnet ve Cemâat yolunun şeyhi (Mürşidi)”, ünvanlarıyla anılır.

Bazı kaynaklara göre; İmâm Eş’arî kelâm ilmine, Mu’tezilenin başı, Ebû Ali El Cubbâîde başlamıştı. İ’tizâlde (bu mezhebte) El Cubbâî’ye tâbi olmuş, rivâyet edildiğine göre kırk sene Mu’tezilenin önderliğini yapmıştır. Ve bu dönemde Mu’tezile adına hâricîler, şîîler ve daha başkalarıyla birçok münâzaralarda (karşılıklı tartışmalarda) bulunmuştur. Vaktâki, yüce Allâh dînine onun yardımcı olmasını diledi, hak olan Ehl-i Sünnet yoluna uyması için, onun gönlünü açtı. İşte o zaman evine kapanarak, on beş gün boyunca hiç çıkmadı. Sonra câmiye gelerek, minbere çıktı ve cemâate seslenerek, Mu’tezile mezhebini terk ettiğini, Ehl-i Sünnet mezhebine geçtiğini; bundan böyle, bu mezhebe hizmet edeceğini söyledi. İmâm Eş’arî, artık tam Ehl-i Sünnet’e bağlı bir kimse olmuştu. Ve söylediği gibi bu yolda hizmet etmiş, o zamâna kadar hürmet gören, saygı duyulan, Mu’tezile mezhebini, ilmî tartışmalarıyla yenmiş ve perîşan etmiştir.

Eğer durum yukarıda geçtiği şekilde ise şunu belirtmek gerekir ki İmâm Eş’arî’nin Ehl-i Sünnet ile münâzarada bulunduğuna dâir elde sahîh bir senedi (ilmî dayanağı) bulunan hiçbir delîl, hiçbir rivâyet yoktur.

Bize göre ise; diğer bâzı ilim ehlinin dedikleri gibi İmâm Eş’arî, Ehl-i Sünnet’e mensub bir aileden olup, hayâtında hiçbir zaman Mu’tezile’den olmamış, onların safında bulunmamıştır.

İmâm Eş’arî, Cübbâî ve daha başkaları vâsıtasıyla Mu’tezile’nin söz ve görüşlerine vâkıf olmuş, bu söz ve görüşlerin bozuk olduğunu ispat etmek için onlarla münâzaralarda bulunmuş, delîller getirerek onların görüşlerini çürütmüş böylece bir taraftan Ehl-i Sünnet ve Cemâat i’tikâdının sağlam bir şekilde bâkî kalmasına destek olmuş diğer taraftan da i’tikâdî bakımdan onlardan uzak olduğunu göstermiştir. Bununla berâber Cübbâî ile olan akrabalık bağından dolayı kendisini Mu’tezilecilikle suçlayanlar çıkmış, o da bunun üzerine kendisinin Mu’tezile ile i’tikâdî bir bağının bulunmadığını, i’tikâdının Ehl-i Sünnet i’tikâdı üzere olduğunu göstermek istemiş de olabilir.

İmâm Eş’arî, Cübbâî ile de Mu’tezile’nin Ehl-i Sünnet’e karşı olduğu bir çok meselede münâzara yapmıştır. Bunların sonuncusunda, onların “Allâh’ın kul için en iyi olanı yapması vâciptir (farzdır)” tarzındaki görüşlerini; kuvvetli, akla ve mantığa dayalı delîllerle çürütüp Cübbâî’yi susturarak o meşhur sözünü söylemiş: “Şeyhin eşeği yokuşta kaldı” demiştir.

İmâm Eş’arî, amelde İmâm Şafiî’nin mezhebinde idi. Ehl-i Sünnet i’tikâd ve inancına büyük hizmetlerde bulunmuş olan imâm; bu hizmetleriyle Ehl-i Sünnet’in iki büyük imâmından biri olmuş, i’tikâd sahasında değerli eserler vermiştir. İ’tikâdda Eş’arî olan Müslümanlar, Şam’da, Mısır’da ve mağribde çoğunluktadır.

İmâm Mâtürîdî :

İsmi ve lakabı: Muhammed Ebû Mansur El Mâtürîdî.

Doğumu: Hicrî 280, Semerkand

Vefâtı: Hicrî 333, Semerkand

İmâm Mâtürîdî, Buhâra’nın “Mâtürîd” kazâsındandır. “İmâm Mâtürîdî”, “Mâtürîdli imâm” demektir. Bu zât, İmâm Ebû Hanîfe’nin mezhebinde yetişmiş, değerli bir üstâd ve büyük bir âlimdi. “İmâm-ul Hudâ” (hidâyet önderi), “İmâm-üs Sünneh” (Sünnetin lideri), “Ehl-i Sünnet’in başı” unvanlarıyla meşhurdur. İmâm Mâtürîdî, Ehl-i Sünnet’in çok büyük bir imâmı ve önderidir.

Mu’tezile, Karâmita ve Râfizîler gibi sapık fırkalara, felsefî görüşlere, İslâm’a zıt akımlara karşı, Ehl-i Sünnet i’tikâd ve inancını cesâretle savunmuştur. “Et Tevhîd”, “El Makâlât”, “Et Te’vîlât Fî Tefsîr-il Kur’ân-il Kerîm” gibi, kıymetli eserler bırakmıştır.

Bizim, ibâdetler, muameleler gibi, amelle ilgili konularda imâmımız, İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’dir. İ’tikâdla ilgili konularda ise, İmâm-ı Mâtürîdî’dir. Biz Türkler gibi, İmâm Ebû Hanîfe’nin mezhebinde olan Müslümanların çoğunluğu, yâni Türkiye, Türkistan, Irak ve Pakistan Müslümanları, i’tikâdda bu zâta bağlıdır.

Halit Sevimli

23 Aralık 2010 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
İslâmi Bakış

El-İhlâs Sûresi ve Açıklaması

by Halit Sevimli 07 Aralık 2010

 

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

*قُلْ هُوَ اَللهُ اَحَدٌ * اَللهُ الصَّمَدُ * لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ * وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ

قُلْ هُوَ اَللهُ اَحَدٌ (Ey Peygamber sana “Kendisine ibâdet ettiğin Rabbin; nedir, nasıldır?” diyenlere) “De ki O Allâh, birdir.” (Tek ve eşsizdir.)

Allâh’ın birliği, imâmımız Ebû Hanîfe hazretlerinin de dediği gibi, sayı ile ilgili bir birlik değildir; çünkü sayıdaki bir rakamının yarısı (yarımı) ve parçaları vardır. Dolayısıyla bölünüp katlanabilir. Yüce Allâh’ın zâtı; taş, toprak, insan, melek, cin, rûh, rüzgâr, hava, bulut, buhar, ışık, ışın vs. gibi; duyularla algılanabilen, bölünebilen, ağırlığı olan ve olmayan, kesîf (yoğun) veyâ latîf bir cisim, bir madde ve bir varlık da değildir; çünkü bu varlıklar, cisimlerden, maddelerden, zerre ve parçalardan oluşmuş, birleştirilmiştir. Bu sebeple bölünüp parçalanabilir, ayrılıp dağılabilir. Rabbimiz ise aslâ bunlara benzemez. Yüce Allâh ise, kesîf veyâ latîf bir cisim olmadığından dolayı, O’nun zâtında bölünüp parçalanma, ayrılıp dağılma söz konusu olamaz; çünkü bu nitelikler yaratılmışlara âit niteliklerdir. Allâh ise, yaratılmışlara âit niteliklerden münezzeh ve yücedir.

Allâh’ın birliği; zâtında, sıfatlarında, fiilleri (yaratıcılığı) ve ilâhlığında eşi ortağı, dengi ve benzeri olmaması yönüyledir. Yâni O’nun zâtında ve sıfatlarında, fiilleri ve ilâhlığında, herhangi bir eşi, ortağı, benzeri ve dengi yoktur. Yüce Allâh, her bakımdan tektir. Eşsiz ve benzersizdir. Aslâ bir benzeri veyâ kendinden başka, ikinci bir İlâh (tapılacak bir varlık) olması mümkün değildir. Birliğinin zıddı olan teaddüd (çokluk, birden fazlalık) ve şirk (ortağı bulunma) O’nun için kesinlikle düşünülemez.

اَللهُ الصَّمَدُ  “Yüce Allâh hiçbir şeye, hiçbir varlığa hiçbir bakımdan muhtâc değildir. Aksine tüm yaratılmışlar, bütün varlıklar O’na muhtâcdır.”

Evet, yüce Allâh, her şeyin kendisine muhtâc olduğu, en yüce, en şanlı varlıktır. Her varlık, O’nun yardımı, lütuf ve ihsânı ile hayât bulmakta ve ayakta durmaktadır. Kullar, sıkıntı, zorluk, hastalık, belâ, musîbet, korku ve dehşet hâlinde; hep O’na koşar, O’na sığınırlar, O’ndan medet umar, O’ndan yardım dilerler. Sıkıntıları gideren, hastalara şifâ veren, korkuları güvene döndüren, her şeye gücü yeten, yalnız O’dur.

لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ  “Doğurmamış ve doğurulmamıştır.”

Evet, yüce Allâh, ne bir kimseyi doğurarak kök (baba) olmuş; ne de bir kimseden doğarak dal (oğul) olmuştur. Hiçbir kimse O’ndan üreyip çoğalmadığı, hiçbir varlık O’nun oğlu veyâ kızı olmadığı gibi; O da, hiçbir kimsenin vücûduna girerek, ondan doğmuş değildir. Yüce Allâh kendisi hakkında meâlen: “O’nun nasıl çocuğu olabilir? Halbuki O’nun eşi, karısı yoktur.” (El-En’âm 101) diye bildirir. Kuşkusuz ki yaratılmış olmak; doğmak, doğurmak, cinsel ilişkide bulunmak, yaratılmışların niteliklerindendir. Allâh ise, mahlûk (yaratılmış) değildir. Bundan dolayı yaratılmışlara özgü niteliklerden berîdir, uzaktır.

Görüldüğü gibi bu âyet-i kerîme ile yüce Allâh; kendisinden maddîliği, madde ve cisim olan, duyularla algılanabilen şeyleri, bölünüp ayrılmayı, üreyip çoğalmayı, doğurup doğurulmayı, reddetmektedir. Dolayısıyla “Muhammed Allâh’tan veyâ O’nun zâtının nûrundan ayrılmış bir parçadır.” “Melekler Allâh’ın kızlarıdır.” “Üzeyir Allâh’ın oğludur, Îsâ Allâh’ın oğludur. Allâh’ın zâtından bir parçadır. O’ndan ayrılmış kopmuş bir rûhtur.” diyenler, şüphesiz ki kâfirdirler. Bu yüzden sonsuza değin Cehennemde kalmaya mahkûmdurlar. Ehl-i Sünnet’in inanç ve i’tikâdı, işte budur.

Nitekim Şeyh Abdülgani En Nablûsî hazretleri: “Kimbir şeyin Allâh’tan veyâ Allâh’ın bir şeyden ayrıldığına inanırsa; her ne kadar Müslüman olduğunu iddiâ etse de; o kimse, kâfirdir.” der (Eş Şerhu’l Kavîm 83).

وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ  “Ve hiçbir kimse O’na denk, O’na benzer ve eşit olmamıştır.”

Evet, hiçbir kimse Allâh’a denk ve benzer değildir; çünkü O, ezelîdir, ebedîdir. Hiçbir şeye, hiçbir varlığa, hiçbir bakımdan: Zâtının sıfat ve fiillerinin (yaratıcılığı) eşsizliği bakımından, benzemez. (Bkz. Selbî ve subûtî sıfatlar). Evet, imâmımız Ebû Hanîfe hazretlerinin Fıkh-ı Ekber’inde dediği gibi, yüce Allâh, yarattıklarından hiçbir kimseye benzemez. Yarattıklarından hiçbir kimse de, O’na benzemez. Yaratan, yarattığına nasıl benzeyebilir! Sözün özü, yüce Allâh’ın hiçbir yönden ne zâtında, ne sıfatlarında, ne de fiillerinde, ne şekilde olursa olsun; bir rakîbi, eşi, ortağı, dengi ve benzeri yoktur.

Bâzı kimseler “Allâh baba, Allâh dede” gibi sözler sarfederler. Bu sözler tevhîd inancına aykırıdır. Çünkü yukarıda geçtiği gibi yüce Allâh yaratılmışlardan hiçbir şeye benzemez. O, doğmaktan ve doğurmaktan münezzehdir. Bu tür sözler bizlere Hristiyanlardan bulaşmış küfür sözleri olup, bunlardan sakınmak lâzımdır. “Allâh baba” ve “Allâh dede” gibi ifâdeleri kullanan kişinin niyetine bakılmaz. Bu sözleri söyleyen kişi şâyet mükellef ise küfre düşer, İslâm’dan çıkar. İslâm’a dönmek niyeti ile şehâdet kelimesini getirmesi gerekir.

Halit Sevimli

07 Aralık 2010 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
İslâmi Bakış

Gençlere Öğütler

by Halit Sevimli 20 Kasım 2010

بِسْمِ اللهِ الرّحْمنِ الرّحِيم

Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle

Sevgili Gençler!

1- Bu dünyaya imtihan için geldiğimizi aslâ unutmayın. Nitekim yüce kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen: “Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz.(Allah Teala geçmişi, şimdiki zamanı, gelecekte ne olacağını muhakkakı ezeli ve ebedi olan ilmi ile bilir. Burada, kullar kendi imtihanlarını vermektedir. Yaptıkları amellerin neticelerine göre hesap gününde hesap vereceklerdir. Yani Allah kulları imtihan ediyor dediğimizde anlaşılması gereken budur. Mesela öğretmenler öğrencilerini imtihan ederler. Öğretmen öğrencilerin notlarını ancak sınav bitiminde kâğıtları okuduğunda kimin zayıf kimin iyi not aldığını ancak o zaman anlar. Ama Allah bizleri imtihan ediyor dediğimizde ise bu manada anlaşılmamalıdır. Çünkü Allah kulların ne yapacağını zaten ezeli ilmiyle bilmektedir.) Hepiniz de sonunda (mahşer yerinde, hesap vermek üzere) bize döndürüleceksiniz.” buyurulur. (El-Enbiyâ 35)

2- Yüce Rabbimize ve sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma gönül verin, itâat edin; çünkü kurtuluş, seâdet ve mutluluk, Allâh’a ve Rasûlüne gönül vermekte, Allâh’a ve Peygamberine itâat etmektedir.

3- Bu gençlik sizi aldatmasın! Şüphesiz ki bir gün gelecek, sizlerde yaşlanacaksınız. “Bu gençlik ne çabuk gelip geçti, bu ömür ne zaman bitiverdi? Keşke âhiretim için çalışsaydım, gençliğimi boşa geçirmeseydim” diyeceksiniz. Biliniz ki Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen: “Onun (dünyanın) üzerinde olan herkes, her canlı mutlaka yok olacaktır; ancak celâl ve ikrâm ile muttasıf olan Rabbinin zâtı bâkî kalacaktır.” buyurulur. (Er-Rahmân 26-27)

4- İ’tikâd konusunda İmâm Mâturîdî ve İmâm Eş’arî’nin i’tikâdından ayrılmayın! Bu hususta aslâ tâviz (ödün) vermeyin! İyi bilin ki bu iki İmâm Ehl-i Sünnet topluluğunun iki büyük imâmıdır, lideri ve önderidir. Bu iki büyük insan i’tikâdî sahada hem Peygamber Efendimizin, hem de Ashâb-ı Kirâm efendilerimizin temsilcileridirler.

Bu iki büyük imâmın i’tikâdlarına ters düşen kimselerin yollarında gitmeyin!

Kuşkusuz ki bugün yeryüzündeki Müslümanların çoğunluğu bu iki zâtı imâm, lider ve önder kabul ederek, bunlara uymuşlardır. Felâh, necât ve kurtuluş bunların yolunu tâkip etmektir. Çünkü sevgili Peygamberimiz bir Hadîs-i Şerîf’inde: “Allâh benim ümmetimi dalâlette birleştirmez, buluşturmaz, bir araya getirmez.” buyurmuşlardır. (Tirmizî, İbn-i Mâceh ve daha başkaları)

5- Dört mezhebten birine bağlı olmanızı tavsiye ederim. Bunlardan birine bağlı kalmanın gerekli olduğu kanaatini taşırım. Âlimlerin çoğunluğunun görüşü de, mezhebli olmanın gerekli olduğu yönündedir. Dört mezhebten birini bütün olarak kabul edin ve onu uygulayın. Diğer üç mezhebe de saygı duyun.

Şüphesiz ki mezhebsizlik karmaşa ve kargaşa doğurur; ayrılık ve gayrılığa sebep olur. Mezhebsizlerin sayısı kadar mezhebsizlik türer. Ümmetin birliği ise dört mezhebte birleşmekle gerçekleşir. Mezhebsizliğe çağırmak ve bu yolda çalışmak; Müslümanları bölmek, parçalamak için çalışmak demektir. Bu ise Allâh nezdinde büyük günâhtır.

Unutulmamalıdır ki mezhebsizlik dinsizliğin köprüsüdür. Mezhebsizlik ve mezheb düşmanlığı, İslâm şerîatini tehdit eden tehlikeli bid’attir.

Hadîs-i Şerîf’te: “İlim Süreyyâ yıldızında asılı olsa, mutlaka ona Fâris’in oğullarından birileri uzanıp alacaktır.” buyurulur. (Şîrâzî ve Ebû Nuaym) İmâm Suyûtî gibi âlimler: “Bu Hadîs-i Şerîf’te İmâm A’zam Ebû Hanîfe’ye işâret vardır.” demişlerdir. Çünkü Ebû Hanîfe Arap soyundan değildir.

Yine Hadîs-i Şerîf’te: “İnsanların develer üzerinde ilim almaları yakındır, ancak Medîne’nin âliminden daha âlimini bulamayacaklardır.” buyurulur. (İbn-i Hibbân ve diğerleri) Âlimler: “Bu Hadîs-i Şerîf’tede İmâm Mâlik’e işâret bulunmaktadır.” demişlerdir; çünkü İmâm Mâlik Medîne’de yetişmiş ve yaşamıştır.

Yine Hadîs-i Şerîf’te: “Kureyş’e kötü söz söylemeyin, çünkü Kureyş’in âlimi dünyâyı ilimle doldurur.” buyurulur. (Et-Tayâlâsî ve diğerleri, sayfa 46-47, El-Hayrâtu’l Hisân) Ulemâ: “Bu Hadîs-i Şerîf’te İmâm Şâfiî’ye işâret edilmiştir.” demişlerdir. Çünkü İmâm Şâfiî Kureyş’tendir.

6- İ’tikâdınınızı tashîh edin. Düzgün ve doğru bir i’tikâda sâhip olun! Şüphesiz ki bu da ancak İmâm Mâturîdî ile İmâm Eş’ârî hazretlerinin bildirdikleri şekilde gerçekleşir.

Bu iki zâtın bildirdikleri i’tikâda”Ehl-i Sünnet ve Cemaat” adı verilir.

Dört mezheb imâmı Ehl-i Sünnet ve Cemaat’in büyüklerinden ve imâmlarındandır.

İmâm Eş’arî ve İmâm Mâturîdî hazretlerinin bildirdikleri şekilde bir îmân ve i’tikâda sâhip olmak gerekir. Aksi hâlde kişinin îmânı tehlikeye girer, âhiret seâdeti ebediyyen (sonsuz olarak) kaybeder.

7- Yüce Allâh’a yer, yön ve mekân isnâd edenlerden olmayın. Kuşkusuz ki yüce Allâh yersiz, yönsüz ve mekânsız olarak vardır. Peygamberimiz ve Ashâb-ı Kirâm Efendilerimiz başta olmak üzere, tüm Ehl-i Sünnet ve Cemaat’in i’tikâdı budur.

Yüce Allâh’tan başka her varlık cisimdir, mahdûttur (sınırlıdır); uzunluğu, genişliği ve derinliği vardır.

Allâh cismânî bir varlık değildir. Dolayısıyla küçük veyâ büyük olsun, O’nun aslâ bir haddi, sınırı ve miktârı yoktur.

Eğer Allâh mahdût bir varlık olsaydı, bizim gibi mahlûk (yaratılmış) bir varlık olması gerekirdi. Mahlûk olan bir varlık ise bilindiği gibi, bir şey yaratmaya kâdir değildir.

Artık kesin olarak anlaşılmıştır ki yoktan yaratmaya kâdir olan Allâh aslâ mahdût olamaz. Nitekim İmâm A’zam Ebû Hanîfe hazretleri: “O’nun haddi yoktur.” diyerek, İmâm Nesefî de: “O mahdût değildir.” ifâdesiyle bu gerçeği açıkça dile getirirler.

İmâm Tahâvî de: “Allâh sınırlardan, sınırlarının olmasından münezzehtir.” diyerek, yine bu gerçeğe parmak basar.

8- Rabbinizi inip çıkmaktan, gelip gitmekten, oturup kalkmaktan, O’nun insanlar gibi elinin, yüzünün, gözünün veyâ herhangi bir azâsının olmasından tenzîh edin. Aslâ böyle diyenlerden olmayın, çünkü böyle diyenler hak yoldan sapmış ve yollarını kaybetmiş olurlar.

 Halit Sevimli

20 Kasım 2010 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
İslâmi Bakış

Vehhâbîlik Nedir?

by Halit Sevimli 16 Kasım 2010

Vehhâbîlik bozuk ve sapık bir fırkadır. Onsekizinci yüzyıl ortalarında, Arabistan yarımadasının Necd bölgesinde ortaya çıkmış, Muhammed Bin Abdülvehhâb tarafından kurulmuştur. Bu şahıs İbni Teymiye’ye sâhip çıkmış, onun bozuk fikir ve görüşlerinin yayılmasında başrol oynamıştır. Bu fırkaya bağlı olanlara, Vehhâbîler adı verilir.

Vehhâbîlerin Ehl-i Sünnet’e Karşı Olduğu Belli Başlı Konular:

1- Sözlerine inandırabilmek ve insanları kendi saflarına çekerek bâtıl i’tikâdlarını yayabilmek için, Selef-i Sâlihîn’in yâni sâlih olan selef’in (Ashâb-ı Kirâm ve Tâbiînin) yolunda olduklarını söyleyerek, selefî ve Ehl-i Sünnet olmadıkları halde kendilerine “Selefîler ve Ehl-i Sünnet “ adını verirler.

2 -İ’tikâdda selefî (Ashâb-ı Kirâm ve Tâbiînin i’tikâdında), amelde de Hanbelî mezhebinde olduklarını söyler diğer mezhepleri reddederler.

3- Dört şer’î delîlden, icmâ ve kıyas’ı kabul etmezler.

4- Peygamberimizin mübârek kabrini ziyâret için yola çıkmanın, yolculuk yapmanın harâm olduğunu söylerler, kabr-i şerîfinin, hırka ve mübârek sakalının ziyâret edilmesini şirk sayarlar.

5- Peygamberimize basit ve sıradan bir insan gözüyle bakarlar, onun için “postacı” tâbirini kullanırlar, yine ona karşı “ İslâmî hükümleri teblîğ edip vazîfesini bitirdikten sonra işi bitmiştir” diyerek edeb ve terbiyeye aykırı bir tavır sergilerler. Halbuki sevgili Peygamberimizin işi ve vazîfesi, İslâmî hükümleri teblîğ ettikten sonra vefât etmesiyle bitmemiştir.

O, kıyâmet kopuncaya kadar sâdece Müslümanların değil bütün insanlığın hidâyet rehberi, önderi, seyyidi, sultânı, kurtuluş ve seâdet yolunda mürşididir. O büyük Peygamberin rûhâniyeti Müslümanlarla berâberdir.

Evet, efendimiz sevgili Peygamberimiz bu fânî dünya hayâtına vedâ etmiştir. Ama onun azîz hâtırası, rûhâniyeti, rehberlik ve önderliği kıyâmete kadar devâm edecektir. Biz onunla, o sultânlar sultânıyla şeref duyuyor, iftihâr ediyoruz. Bizleri böyle bir Peygambere ümmet kıldığı için, Rabbimize her zaman şükretmeliyiz.

Şehîdler Allâh nezdinde nasıl mânen diri ve rızıklandırılmakta iseler, Peygamber efendimiz de mânen diridir, yaşamaktadır, Allâh nezdinde rızıklandırılmaktadır. Dolayısıyla efendimiz, sevgili Peygamberimiz için “İşi bitmiştir” denilmesi, İslâmî edeb ve terbiyeye son derece zıt ve aykırıdır.

6- Necd şehrini, Peygamber Şehri Medîne-i Münevvere’den üstün tutarlar.Herhangi bir sebeple Hicaz bölgesine gidip Necd’e geri döndüklerinde “Allâh’a şükür ki îmân beldesine geri döndük” derler.

7- Müteşâbih âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfleri zâhirî (görünen) mânâsıyla yorumlarlar. Bu yüzden yüce Allâh’ı yarattıklarına benzetir ve bir cisim olarak düşünürler.

8- Yüce Allâh’ın cisim olduğunu söyler, yedi kat göklerin üstünde Arş’ın üzerinde oturduğuna, kitap ve sünnette (sahîh olan) hiçbir delîl olmadığı halde Allâh’ın âhirette Peygamberimizi sağına alarak oturtacağına inanırlar; bu inançlarının da Selef-i Sâlihîn’in inancı olduğunu savunurlar; ancak iyi bilinmelidir ki bu bozuk inanç, kesinlikle Selef-i Sâlihîn’e mâl edilemez. Bunların Selef-i Sâlihîn dedikleri kişiler, kendilerinden oluşan bir azınlıktan başkası da olamaz. Böyle bir inanç ve i’tikâddan Allâh’a sığınırız.

9- Namâzı kılmayan bir Müslümanın dînden çıktığını, kâfir olduğunu söylerler.

10- Âdem Peygamberin peygamberliğini inkâr eder, ilk Peygamberin Nûh Peygamber olduğunu, peygamberliğin ondan başladığını söylerler.

11- Peygamberler ve sâlihler vesîle edilmez, (kişi duâ ederken Peygamberler, sâlihler hürmetine diyemez) derler.

12- Ölmüşlerin rûhları için Kur’ân-ı Kerîm okunmasını harâm görürler, El-Fâtiha sûresini okumak bile bid’attır derler.

13- Peygamberimizin rûhu için mevlid-i şerîf okunmasının büyük bir günâh olduğunu söylerler.

14- Bir Müslümanın “Yâ Muhammed! Yâ Rasûlallâh” demesini şirk sayarlar.

15- Tasavvuf ve tarîkatın, bid’at ve sapıklık olduğu inancını yayarlar.

16- Kendilerinin doğru yolda, gerçek Ehl-i Sünnet olan Mâtürîdî ve Eş’arîlerin ise, sapıklık içinde ve bâtıl yolda olduklarını iddiâ ederler. (Geniş bilgi için Dînî Terimler Sözlüğü Cild 2 Türkiye Gazetesi Yayınları ve Mekke-i Mükerreme Müftülerinden Zeynî Dahlân’ın eserlerine bakılabilir. Bu eserde, İbni Teymiye’nin Ehl-i Sünnet’e karşı olduğu yerlere de bakılabilir.)

Üstâd Bediüzzaman’a Göre Vehhâbîler

Bediüzzaman Saîd Nursî hazretleri’ne göre de:

1- Vehhâbîler muharriptir (yıkıcıdır).

2- Ehl-i bid’attir.

3- Hâricîler’in (Sıffîn harbinde hazreti Ali efendimize karşı gelip onun ordusundan ayrılanlar) bayraktârıdır.

4- Onlarda, ehl-i vilâyet’e (velîlere) karşı bir inkâr, bir tezyîf (yalanlama, sahtekârlıkla itham etme) damarı yerleşmiştir.

5- Muhyiddîn Bin Arabî gibi bir çok evliyâyı, inkâr ve tekfîr ediyorlar.

6- Ehl-i Sünnet Ve Cemâat’e karşı, seciyelerine (doğa ve tabiatlerine) bir iğbirâr (kin ve nefret) girmiştir. (Sözler, altıncı risâle olan altıncı mesele)

7- Evliyânın türbelerini tahrip ediyorlar.

(Nitekim Ashâb-ı Kirâm’ın kabirlerini büsbütün yok ettiler. Halbuki Ehl-i Sünnet âlimleri kabirlerin bilinmesi ve ziyâret edilmesi için hadîslerden yola çıkarak, sevgili Peygamberimizin de mübârek kabrini örnek göstererek, kabirlerin bir karış kadar yüksek yapılmasının uygun olduğunu bildirmişlerdir.)

Halit Sevimli

Daha geniş bilgi için: Halit Sevimli, Müslüman Allâh’a Nasıl İnanmalıdır?, Şefkat yayınevi, İstanbul, 2010

16 Kasım 2010 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
İslâmi Bakış

Ehl-i Sünnet Yolu

by Halit Sevimli 09 Kasım 2010

Yüce Allâh’a sonsuz şükürler, hamdu senâlar olsun ki büyük bir lütufta bulunarak, biz kullarını Mâtürîdî veyâ Eş’arî olmak gibi ulu bir ni’mete nâil eylemiştir.

Şüphesiz ki Eş’arîlik ile Mâtürîdîlik gerek sevgili Peygamberimizin ve gerekse Ashâb-ı Kirâm, Tâbiîn (Ashâb-ı Kirâma tâbi olanlar) ve Tebea-i Tâbiîn (Tâbiîne tâbi olanlar, uyanlar) Efendilerimizin yoludur. Bu yol Cadde-i Kübrâ’dır, ana yoldur, en büyük yoldur.

Bu yol tenzîh yoludur; Yüce Allâh’ı tenzîh edenlerin yoludur, O’nu teşbîh ve tecsîm etmekten, yâni yaratılmışlara benzetmekten ve O’nun cisim olduğuna inanmaktan sakınanların yoludur.

Bu yol Allâh’ın yersiz, yönsüz ve mekânsız olarak var olduğuna, O’nun zamandan, mekândan, hacim ve cisim anlamında “yed”, “vech” ve “ayn” dan (el, yüz ve gözden), zâhir yâni görünen mânâda inmekten ve gelmekten münezzeh olduğuna inananların yoludur.

Bu yol ki, Allâh’ın Kitâbına ve Rasûlullâhın Sünnet’ine bağlılık yoludur. Bu yol ki İmâm Ebû Hanîfe’nin, İmâm Mâlik’in, İmâm Şâfiî’nin, İmâm Ahmed’in ve İmâm Evzâî gibi diğer müctehidlerin yoludur. Bu yol Cüneyd-i Bağdâdî, Şâh-ı Nakşibendi, Abdülkâdir Geylânî, İmâm Rufâî’nin yoludur.

Doğrusunu söylemek gerekirse, İslâm diyârında, özellikle memleketimizde, yâni kendi öz vatanında, 70-80 seneden beri, hattâ bir asırdan beri Ehl-i Sünnet ve Cemâat i’tikâdı; garîb, öksüz, kimsesiz, sâhipsiz ve müdâfaasız kalmıştır.

Diğer bir ifâdeyle; vâdiler ıssız, dağlar arslansız kalmıştır. Üç beş arslan kalmışsa da onlarında ses telleri donmuş, dilleri tutulmuş, bu yüzden kükremez olmuşlardır. Evet, bu sâhada suskun kalınmış, bu temiz i’tikâd, mihraplardan, kürsü ve minberlerden haykırılmaz olmuştur.

Bakılmayan, özen gösterilmeyen tarla ve toprakların yabancı ve her çeşit otlar tarafından işgâl edildiği gibi, bugün Ehl-i Sünnet ve Cemâat inancı ve i’tikâdı da yabancı, zararlı ve tehlikeli inançlar tarafından işgâl edilir bir hâle gelmiştir.

Ne yazık ki günümüzdeki meslektaşlarımız, umûmiyetle üzerlerine düşen müdâfaayı yapmamakta, bir kısmının da bu yabancı ve zararlı bâtıl inançların te’siri (etkisi) altında kaldıkları, hattâ bu inançları savunur hâle geldikleri müşâhade edilmektedir.

Nitekim bâzı meslektaşlarımızın, sapık fırkalardan olan Cehmiyye fırkasının, “Allâh her yerdedir” tarzındaki ifâdesinin doğru olduğunu, böyle söylemekte bir mahsur olmadığını iddiâ ve hattâ müdafaa ettikleri görülmüştür. Hâlbuki bu ibârenin, ne niyet ile olursa olsun, Ehl-i Sünnet’e göre söylenmesi sakıncalıdır. Açıkçası “Allâh her yerdedir” sözü, Ehl-i Sünnet’e göre yanlış ve bâtıldır. Yegâne doğru olan, الله مَوْجُودٌ بِلا مَكَانٍ  (Allâh mekânsız olarak vardır) ifâdesidir. (Geniş bilgi için bkz. “Müslüman Allâh’a Nasıl İnanmalıdır?” Sayfa 247)

Peki, bu yabancı ve zararlı inançların memleketimizde yayılma istidâdı (eğilimi) göstermesinin sebebi nedir?

Cevap:

Bunun bir tek sebebi vardır; o da bu temiz, berrak ve nezih olan Ehl-i Sünnet i’tikâdının ihmâl edilip, insanlarımıza anlatılmaması ve öğretilmemesidir.

Muhterem Hocam! Bir hoca efendi ve ilâhiyatçı olarak sen, Müslümanlara karşı sorumlu olduğun vazîfeni yapmazsan, hâliyle ve tabiatıyla yabancılar gelerek, senin memleketinde cirit atarlar, bâtıl i’tikâdlarını yayar ve satarlar. Böylece senin evlâdını, “Allâh, Arş’a istikrâr etmiş, kurulup oturmuştur, O’nun eli hakîkidir” diyen, katıksız bir Mücessim (cisimlendiren, cisim olduğuna inanan)  yaparlar.

Peki, bunun önüne geçmek için ne yapmak lâzımdır?

Bunun önüne geçmek için, doğusuyla batısıyla, güneyi ve kuzeyiyle memleketimizin bütün hocalarının harekete geçmesi ve bu hususta seferber olması lâzımdır. Şöyleki: Ehl-i Sünnet i’tikâdını, önce kendilerinin sağlam bir şekilde öğrenmeleri, sonra da halkımıza öğretmeleri lâzımdır.

Şüphesiz ki gerçek dîn âlimlerinin esas ve temel vazîfelerinden biri de Ehl-i Sünnet’e karşı olan fırkalarla mücâdele etmektir. İlmi ve imkânı olduğu hâlde, vazîfesini yapmayarak, bu mücâdeleden kaçan her Müslüman, Allâh nezdinde suçludur, günâhkârdır.

Kuşkusuz ki bu ilim, yâni tevhîd ve i’tikâd ilmi; Ehl-i Sünnet âlimlerinin de ifâde ettikleri gibi, ilimlerin en şereflisi, en gözde ve güzîdesidir.

Bu ilmin, ilimler arasında ki derecesi böyle yüce olunca, bu ilmi öğrenerek insanlar arasında yayılmasına vesîle ve sebep olanların da, Allâh nezdinde en büyük ecir ve mükâfatlara nâil olacakları, kuşluk vaktindeki güneş gibi âşikârdır, ayan beyandır.

İnşâallâh Mü’min kardeşlerim böyle eserlerin değerini, kadr-u kıymetini bilirler, öğrenip öğreterek; İslâm’a ve Müslüman kardeşlerine hizmet ederler, insanların kurtuluşuna sebep olurlar. Böylece Yüce Allâh’ın rızâsına ererler. İşte en büyük kazanç da budur.

Halit Sevimli

Daha geniş bilgi için: Halit Sevimli, Ey Müslüman Tevhide Nasıl İnanmalısın?

09 Kasım 2010 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
  • 1
  • 2
  • 3

About Me

About Me

Writer & Reader

Neque porro quisquam est, qui dolorem ipsum quia dolor sit amet, consectetur, adipisci velit, sed.

Keep in touch

Facebook Twitter Instagram Pinterest Tumblr Youtube Bloglovin Snapchat

Newsletter

Subscribe my Newsletter for new blog posts, tips & new photos. Let's stay updated!

Recent Posts

  • Rachel Corrie

    16 Mart 2024
  • 2023 Kitap Fuarları

    25 Kasım 2022
  • 2022 Kitap Fuarları

    10 Ocak 2022
  • Covid-19 Pandemisi ve Sağlık Çalışanları Üzerindeki Etkileri: Sosyolojik Perspektif

    26 Mayıs 2021
  • 2021 Kitap Fuarları

    29 Ekim 2020

Categories

  • Edebiyat (6)
  • Ekonomi (6)
  • Featured (6)
  • Genel (23)
  • İş Dünyası (9)
  • İslâmi Bakış (11)
  • Kitabiyat (42)
  • Kitap Fuarı (6)
  • Kitap Fuarı Detay (7)
  • Life (2)
  • Moments (7)
  • Nature (5)
  • Sanat (1)
  • Stories (6)
  • Tarih (4)
  • Travel (5)

About me

banner
Soledad is the best selling Blog & Magazine WordPress Theme of this year on Themeforest.

Popular Posts

  • 1

    Writing New Life Chapter

    07 Haziran 2017
  • 2

    Create your DIY Bag

    07 Haziran 2017
  • 3

    My Baby Cactus

    07 Haziran 2017

Newsletter

Subscribe my Newsletter for new blog posts, tips & new photos. Let's stay updated!

  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram
  • Pinterest
  • Tumblr
  • Youtube
  • Bloglovin
  • Snapchat

@2019 - All Right Reserved. Designed and Developed by PenciDesign


Back To Top
Mağaradakiler
  • Travel