Osmanlı Devleti’nde resmi haberleşme, devletin ilk kurulduğu dönemden itibaren ulaklar aracılığıyla sağlanırdı. Posta tatarları da denilen ulaklar önceleri Kırım Tatarları arasından seçilir ve atlı olarak hizmet verirlerdi. Kendilerine mahsus elbise ve kalpakları olur, bunlar başkaları tarafından kesinlikle kullanılmazdı. Devletin önemli ve acele işlerle ilgili haberlerini merkez ile eyaletler arasında götürüp getiren ulakların güvenilir, dürüst ve yol şartlarına dayanıklı olmalarına özen gösterildi.
Devletin sınırlarının genişlemesiyle birlikte merkez ve eyaletler arasında düzenli bir haberleşme ağı kurma ihtiyacı ortaya çıkmış ve XVI. yüzyıl sonlarına doğru menzilhaneler gelişmeye başlamıştır. Posta istasyonları olarak görev yapan menzilhaneler haberleşme hizmetinde çalışan ulakların konakladıkları mekânlardı. Ulaklar geçtikleri yollar üzerinde bulunan menzilhanelerde konaklayarak dinlenirler ve atlarını değiştirerek yollarına devam ederler, böylece hızlı ve güvenli bir şekilde haberleşmeyi sağlarlardı.
Anadolu’daki önemli menzilhanelerden birisi de, Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları” şiirine ilham kaynağı olmuş olan Ulukışla Menzilhanesidir. Yapı, bir külliye şeklinde Sadrazam Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır.
Yöre halkı arasında, Paşa Hanı, Kışla, Ulukışla Kervansarayı gibi isimlerle de anılmakta olan menzilhane, Niğde’nin Ulukışla ilçe merkezindedir. Coğrafi konum olarak, Niğde’nin güneyinde, Adana-Aksaray kara yolu üzerinde yer alan ilçe, “Ulukışla” ismini menzilhaneden dolayı almıştır. Evliya Çelebi de yöreden “Ulukışlak” adıyla söz etmektedir.
Mimar akademisyen Eser Gültekin, menzilhaneyi şöyle tasvir eder:
“Külliye, kuzeyden güneye eğimli bir arazi üzerindedir. Külliyenin odak yapısı; doğu-batı yönünde uzanan, yaklaşık dikdörtgen plana sahip arastadır. Arasta; dolaşımı sağlayan üstü örtülü bir sokaktır. Arastanın kuzey cephesi, hanın avlusuna bitişiktir. Avlunun doğu ve batı revakları, arastanın bu cephesine dik konumdadır. Arastanın avluyla bağlantısı, kuzey cephesinin ortasındaki kapı ile sağlanmaktadır.
Kareye yakın dikdörtgen şekilli avlunun güney kenarında arasta; doğu ve batısında revaklar; kuzeyinde ise hücre ve eyvanlardan oluşan özel geceleme mekânları (tabhane) vardır. Bu mekanlar avluya göre yatay konumdaki Kuzey Ahırı’na bitişiktir. Kuzey Ahırı ise, avlunun kuzey kenarını boydan boya kaplayan enine dikdörtgen planlı bir mekandır.
Güney Ahırı ise, dar kenarı ile arastanın güney cephesine bitişiktir. Ahır kitlesi, bu cepheyi yaklaşık olarak iki eşit parçaya bölmektedir. Kuzey kenarı ile arastaya bitişik olan hamam da, arastanın güney cephesinin batı yarısını ortalamaktadır. Caminin avlusuyla, arastanın bağlantısını sağlayan giriş, dışa açılan sivri kemerli bir eyvan şeklinde düzenlenmiştir. Ancak eyvan sonradan bir duvarla kapatılarak, giriş iptal edilmiştir. Bugün bu mekan, caminin deposu olarak kullanılmaktadır.
Menzilhanenin güneydoğu ucunda yer alan camii, bugünkü konumuyla, külliyeden tecrit edilmiş, ayrı bir yapı gibi durmaktadır. Muhtemelen ilk inşa edildiği dönemde camii avlusunu sınırlayan ve arasta ile bağlantısını pekiştiren bir çevre duvarı olmalıydı.” (Eser Gültekin, Ulukışla ve Öküz Mehmet Paşa Menzil Külliyesi, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001, s. 37-44)
Mustafa İ. Sevimli