Mağaradakiler
  • Travel
Author

Mustafa Sevimli

Mustafa Sevimli

Genel

Soma Madencilerine

by Mustafa Sevimli 15 Mayıs 2014

Soma madencilerine ve onların şahsında bütün madenci kardeşlerimize…

Enkaz altından yeni kurtarılmıştı, yüzünde karmakarışık duyguların verdiği bir mahcup ifade… Adeta; “benim için bunca telaşa ne gerek vardı” dercesine bakıyordu etrafına.

Sevgili eşi, hayat arkadaşı tekrar kaybetmekten korkar gibi sımsıkı kavramıştı bir kolunu. Diğer kolunda bir kurtarma görevlisi, birlikte ambulansa getirdiler.

Ambulansa bindi; görevli, uzanmasını söyledi… O oturdu, bir an duraksadı sonra çizmelerini çıkarmaya yeltendi. Çıkarma gerek yok uzan dedi görevli. Can pazarından az önce kurtarılmış genç adam çizmelerine bakıyordu. Kömür tozuna bulanmıştı çizmeleri, bu şekilde uzansa sedyenin beyaz örtüsünü kirletecekti. Görevlinin rahatlatıcı cümlelerinden sonra vazgeçti çizmelerini çıkarmaktan. Fakat yine de rahat değildi genç adam. Ayaklarını beyaz örtünün üzerine uzatmak yerine sedyenin demirine uzattı, içi elvermemişti beyaz örtünün kömür tozuna bulanmış çizmeleriyle kirlenmesine…

Asil vatan evladı,
Biliriz ki yüzün kömür karası fakat alnın ak.
Rahat olsun vicdanın, ruhun asil, kalbin pâk.
Göreceksin sevgimizi, başın kaldır şöyle bir bak.
Ve hiç bir beyaz, insanlığın kadar olmadı ak.

Şehit kardeşlerimize  Allah’tan rahmet, yaralı kardeşlerimize acil şifalar ve bütün ailelere sabır ve metanet temenni ediyoruz. Dualarımız sizinle…

Mustafa İ. Sevimli

15 Mayıs 2014 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Genel

2012, Mayalar, Marduk ve Akıl Dışına Savrulma

by Mustafa Sevimli 01 Aralık 2012

Üzerinde uzun zamandır muhtelif spekülâsyonlar yapılan bir yıla girmek üzereyiz.* Maya takvimi hikayelerinden, Nibiru (Marduk) masalına kadar pek çok akıl dışı iddia, geniş halk kitlelerinin ilgisini 2012’ye odakladı. İlimden uzaklaşmış kitleler için sır, şifre, gibi kavramlar daima ilgi çekici olmuş ve kitlelerin bu türden merakları, fırsatçılar tarafından adeta bir endüstri oluşturulmasına zemin sağlamıştır.

NASA yetkilileri 2009 Haziran ayında yaptıkları bir taramada amazon.com adlı internet sitesinde 2012 kıyamet senaryoları üzerine, 175 den fazla kitap listelemişlerdir. Bugün itibariyle “2012 doomsday” aramasında, Google arama motorunda listelenen (2012 ve doomsday kelimelerinin birlikte geçtiği) sayfa sayısı 1.910.000 dir. 2012 kıyamet konulu filmler çekildiği, TV programları seminer ve çeşitli etkinlikler yapıldığı da dikkate alınırsa bu kurgu endüstrisinin ne denli büyük olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

Konu hakkında çok sayıda soru alan NASA Astrobiyoloji Enstitüsü’nden kıdemli araştırmacı Dr. David Morrison, NASA resmi internet sitesinde en çok sorulan yirmi soruya cevap vermiş.** Dr. Morrison’un yazısı Temmuz 2009’da yayımlanmış. Bu soru cevaplardan iki tanesini alıntılamakla yetineceğiz.

Soru: Dünya’nın sonunun Aralık 2012’de geleceği iddialarının kökeni nedir?

Cevap: “Hikaye, Sümerler tarafından keşfedildiği varsayılan bir gezegen olan Nibiru’nun Dünya’ya doğru geldiği iddialarıyla başladı. Antik Mezopotamya uygarlığı ve Sümerler hakkında “kurgu” kitaplar (örneğin, 1976 yılında yayınlanan, Onikinci Gezegen) yazan Zecharia Sitchin, birçok kitabında Güneş’in etrafındaki turunu 3600 yılda bir tamamlayan Nibiru (Marduk) gezegeninden bahseden Sümer belgelerini keşfedip çevirdiğini iddia ediyor. Bu Sümer mitleri, Anunnaki adını verdikleri bir yabancı uygarlıktan Dünya’yı ziyaret eden “antik astronot” hikâyelerini de barındırmaktadır.

Daha sonra, psişik yetenekleri olduğunu ilan eden ve uzaylılarla iletişim kurduğunu iddia eden Nancy Lieder adlı biri, Zetatalk adlı internet sitesinde, Zeta Reticuli adlı yıldızın çevresinde var olduğunu iddia ettiği Gezegen X, ya da Nibiru’dan (gerçekte böyle bir gezegen yoktur) gelecek olan tehlikeye karşı Dünyayı uyarmıştır. Başlangıçta bu sözde felaketin 2003 Mayıs’ta geleceğini söylediler, fakat verdikleri tarihte herhangi bir şey olmayınca bu kez Aralık 2012 tarihini vermeye başladılar.

Mayaların uzun kış gündönümünün biteceği tarih olan 2012 ile yukarıda sözü geçen kıyamet iddiasının birleştirilmesi ise oldukça yenidir.”

Soru: Maya takvimi neden dünyanın 2012’de sona ereceğini söylüyor? Mayaların geçmişte başka gezegen tahminlerini yaparken oldukça tutarlı olduklarını duymuştum. Onlardan daha fazla bildiğinizden nasıl emin olabiliyorsunuz?

Cevap: “Takvimler, geleceği tahmin etmek için değil geçen zamanın kaydını tutmak için var. Maya astronomları zekiydi ve çok karmaşık bir takvim geliştirmişlerdi. Bu antik takvimler tarihçiler için çok ilgi çekicidir, ama günümüzde zamanın kaydını tutmak için kullandığımız tekniklerle ya da yüksek hassasiyete sahip günümüz takvimleriyle yarışamazlar. Ana nokta ise, takvimler, (antik ya da modern olsun fark etmez) gezegenimizin geleceğini tahmin edemezler ve 2012 gibi belli bir tarihte gerçekleşmesi beklenen şeylere dair uyarılarda bulunamazlar.

Benim masamdaki takvim, bu tarihten çok daha önce, 31 Aralık 2009’da sona eriyor, fakat bunu kıyamet habercisi diye yorumlamıyorum. Bu sadece yeni bir yılın başlangıcı.”

Mustafa İ. Sevimli


* Yazı 2011 Aralık ayında kaleme alınmış ve sitemizde de o tarihte yayımlanmıştır. Konunun son günlerde medyada geniş yer alması üzerine güncellenmiştir.

** Nibiru and Doomsday 2012: Questions and Answers, Erişim: 20 Aralık 2011 [www document]. URL http://astrobiology.nasa.gov/ask-an-astrobiologist/intro/nibiru-and-doomsday-2012-questions-and-answers

01 Aralık 2012 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Edebiyat

Gizemli Keşfin Hüzünlü Tanığı: Hürmüz

by Mustafa Sevimli 06 Şubat 2012

Aile kurmak özelikle de çocuk sahibi olmak neden önemlidir? Bu türden soruların en azından bir veçhesiyle tatminkâr cevabı çoğu zaman hayatın içinde saklı değil midir? Belki de Profesör Bossert ile Hürmüz Hanım’ın etkileyici ve bir o kadar da hüzünlü yaşam öyküsünde…

Hikâye, araştırmacı-gazeteci Burçak Evren’in* bitpazarında dolaşırken bulduğu iki fotoğraf albümüyle başlar. Alışıldık aile albümlerinden farklı olarak bu albümlerde, bir arkeolojik kazı çalışmasında çekilmiş fotoğraflar bulunmaktadır. Kendisi de arkeoloji eğitimi almış olan Burçak Evren, giderek artan bir merakla albüm sayfalarını çevirdikçe, gizemli bir hikâyenin üzerindeki sisleri aralamaya başladığının belki o an farkında değildir.

Albümdeki fotoğraf karelerinin hemen hepsinin merkezinde, çoğu zaman kolonyal şapkası ve bastonu ile ilk bakışta yabancı asıllı olduğu anlaşılan keskin bakışlı biri vardır. Belli ki bu kişi kazı başkanıdır. Fotoğrafların arkasında ya da kenarlarında, içeriğe ait bir bilgi yoktur. Yalnız, her iki albümün kapak içlerinde elle yazılmış birer küçük yazı vardır; “ Hürmüz I” ve “Hürmüz II”

Bu adamlar kimdir? Hürmüz kimdir? Fotoğraftaki kazı yeri neresidir? Önemli birilerine ait olduğu anlaşılan bu albümler bitpazarına nasıl düşmüştür? Burçak Evren, kafasındaki bu ve benzeri pek çok soruyla, bir araştırmaya başlamak üzere, albümleri küçük bir ücret karşılığı satın alır. Artık sadece fotoğrafları değil, ilginç bir hayatın ve bilinmeyen bir kazının öyküsünü de elinde tutmaktadır.

Albümlerin sırrını çözmek üzere çalışmalara başlayan Burçak Evren, yaptığı görüşmeler ve kütüphane taramalarıyla başlangıçta bir yere varamasa da yılmaz. Aylarca bir ipucuna ulaşabilmek için uğraşır. Sonunda, albümdeki fotoğraflardan birine “Arkeolojinin Delikanlısı” adlı bir kitapta rastlar. Artık düğüm çözülmüştür. Albümlerdeki fotoğraflar Karatepe kazısında çekilmiştir. Hemen her fotoğraf karesinin merkezinde yer alan kişi ise, Türk Arkeoloji Enstitüsü’nün kurucusu, Alman asıllı Profesör Helmuth Theodor Bossert’tir.

Peki, albümlerin kapak içlerine ismini yazmış olan Hürmüz kimdir? Bu sorunun cevabını da Karatepe ekibinde Bossert’in asistanı olarak bulunmuş olan, Profesör Halet Çambel verir. Hürmüz, Bossert’in Türk eşidir. Bossert, 1947 yılında Türk tabiiyetine geçtikten bir süre sonra, konferansları sırasında tanıştığı Hürmüz Hanım’la evlenmiştir.

Bossert, savaş karşıtı duruşu nedeniyle, dönemin Almanya’sında yükselişte olan Nazi yönetimi ile ters düşünce, aldığı davet üzerine 1933 Üniversite reformu ile birlikte İstanbul Üniversitesinde ders vermeye başlar. Bu yıllarda Boğazköy kazılarına da katılır. 1945 yılında ise İstanbul Üniversitesi adına, eski Hitit kervan yolunu araştırmak amacıyla, küçük bir gezgin gurubuyla bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuğu sırasında Feke yöresinde göçebe Yörüklerden, Kadirli yakınlarındaki Karatepe’de bir aslanlı abidenin olduğunu öğrenir. Ancak, mevsim koşulları elvermediği için yollarına devam edemeyip İstanbul’a geri dönerler.

1946 yılı Şubat ayında yaptığı ikinci seyahatte, Kadirli ilçesinin 22 km. güneydoğusuna düşen dağlık bölgede, bugün Karatepe-Aslantaş** diye anılan M.Ö. VIII. ve VII. yüzyıla tarihlenen bir geç Hitit kalesinin varlığını ortaya çıkarır. Bu, 1951 yılına kadar sürecek olan Karatepe keşfinin ilk adımıdır. Karatepe keşfi ve sonrasında elde edeceği başarılar, Bosert’i ilim tarihine geçirecek ve uluslar arası bir üne kavuşturacaktır.

Bossert 1947 Eylül ayında, kazıya başlamak üzere ekibiyle birlikte üçüncü kez Karatepe yolculuğuna çıkar. Bu kez yanında, henüz evlendiği eşi Hürmüz Hanım’da vardır.  Bossert ve ekibi Karatepe kazılarında, dünyadaki bütün Hititologların hayali olan, aynı içerikteki çift dilli metni, Fenike yazısı ve Hitit Hiyeroglifiyle yazılmış yazıtları bulur. Bu keşif o güne kadar çözülememiş olan Hitit Hiyerogliflerinin çözümü için büyük bir adım olup, arkeoloji dünyasında, Napolyon dönemindeki Champollion’un üç dilli Rosetta Taşı keşfiyle karşılaştırılır ve onun kadar ünlü sayılarak büyük yankı uyandırır. Bossert, kazı sonrası yaptığı çalışmalarla Hiyerogliflerin çözümünde de önemli başarılar elde ederek, bu alanda dünyadaki altı bilim adamı arasında yer alır. Hürmüz ise, kazı süresince ve sonrasında, eşi Bossert’in yanında bir fotoğraf albümünden çok daha fazla, bu anıların sahibi olarak tarihi keşfe tanıklık etmiştir.

Eşi Hürmüz Hanım’ın rahatsızlığı nedeniyle evine ve eşine daha çok zaman ayırmak isteyen Bossert, İstanbul Üniversitesindeki görevinden 1959 yılında emekliye ayrılır. Eşinin rahatsızlığını hafifletmek için, kimi zaman Büyükada’da fayton gezileri, kimi zaman kısa seyahatler ya da eş dost ziyaretleri yapar. Fakat ne yazık ki Hürmüz Hanım’ın rahatsızlığı giderek artar. Ve sonunda onu Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne yatırmak zorunda kalır.

Profesör Bossert, 1947 yılından beri hiç yalnız bırakmayıp tüm kazılarına ve gezilerine beraberinde götürdüğü eşini, hastanede yattığı sürece de hiç yalnız bırakmaz. Gün aşırı, Cihangir Tavukuçmaz Sokaktaki evinden Taksime, oradan da Bakırköy’deki hastaneye eşine gider.

1961 yılının soğuk bir 5 Şubatında, yine eşini ziyaret etmek için evinden dışarı çıkar. Taksim meydanına varır, gezi parkının karşısındaki dolmuş duraklarına doğru yönelir. Birden ayağı kayar, düşer… Ve düştüğü yerden bir daha hiç kalkmaz.

Bu noktada sözü, bit pazarına düşmüş albümlerden yola çıkarak bizi önce Bossert’e, Bossert’ten de Karatepe’ye götüren, böylece hem çok önemli tarihi bir yolculuğu hem de bu albümlerin hüzünlü hikâyesini gün ışığına çıkarmış olan Burçak Evren’e bırakalım.

“Hürmüz Hanım, bir gölge gibi hiçbir zaman yanından ayrılmadığı eşine, yine bir gölge gibi kimsenin bilmediği bir tarihte kavuşuverir.

Bu albümler; yalnızca önemli bir tarihin gerçek kanıtları değil, onun da ötesinde bu tarihe tanıklık etmiş talihsiz bir kadının yalnızlığını son ana kadar dindiren belki de azaltan, Bossert’siz yaşamının tek serveti, dayanağı olmuştur.

O’ndan sonra sahipsiz kalıp da bu yüzdendir bit pazarına düşmesi…”

Mustafa İ. Sevimli


*  Arkeolog, araştırmacı-gazeteci. Bitpazarında bulduğu fotoğraf albümlerinin izini sürerek unutulmuş bir öyküyü ortaya çıkarmış ve elde ettiği bilgi ve belgelerden hareketle üç bölümlük “Bossert’in İzinde Karatepe” belgeselinin senaryo yazarlığını ve danışmanlığını üstlenmiştir.

** Karatepe-Aslantaş Açık Hava Müzesi ve Milli Parkı: Ülkemizin ilk açık hava müzesidir. Osmaniye’ ye 30 km. mesafede, Kadirli ilçesinin 22 km. güney doğusundaki Karatepe yöresindedir. 1947 yılında Profesör Bossert’in başlattığı arkeolojik kazılar sonucunda, son Hitit (Eti) medeniyetine ait çeşitli eserlerin bulunması üzerine, bunların esas yerlerinde ve doğal çevreleri içinde onarılıp sergilenmesi amacıyla kurulmuştur. Tarihi, kültürel ve doğal değerleri içeren 7715 ha. lık bu alan, 28.09.1958 tarihinde Milli Park olarak ayrılmıştır.

06 Şubat 2012 1 comment
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Tarih

Estergon Kalesi

by Mustafa Sevimli 17 Ocak 2012

Estergon Kalesi, Macaristan’ın başkenti Budapeşte’nin 45 – 50 km kuzeybatısında, Tuna nehrinin güney kıyısında yer alır.  XIII. yüzyıl başına tarihlenen kale, Macaristan tarihinde inşa edilmiş ilk önemli yapılardandır. 1241’deki Moğol istilasına kadar Macar Krallığı’nın idari ve dini merkezi olmuştur.

Kale, 1530’da Avusturya Kralı Ferdinand tarafından istila edildi. Macar Kralı János Szapolyai’nin 1540 yılında ölümünün ardından, Avusturyalılar ile Osmanlılar arasında Macaristan’ın yönetimi konusunda bir rekabet başladı. Daha önce Budin’i ve Peşte’yi fethetmiş olan Kanuni Sultan Süleyman, 1543 yılı Nisan ayı sonlarında ordusuyla Edirne’den yola çıktı ve üç aylık bir yolculuktan sonra 29 Temmuz’da Estergon Kalesi’ni kuşattı. On iki günlük bir kuşatmanın ardından 10 Ağustos 1543’te kale zapt edildi. Kalenin bulunduğu bölge bir sancakbeyliği haline getirilerek Budin Beylerbeyliğine bağlandı.

Kale, 4 Ağustos 1595’te Alman, Leh, Çek ve Venediklilerden oluşan büyük bir ordu tarafından kuşatıldı. Ağır koşullara rağmen kale kumandanı Kara Ali Bey, maiyetindeki askerleriyle kaleyi kahramanca savundu. Kendisinin şehit olması üzerine, O’nun yerine kumandayı, o sırada kalede bulunan Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa aldı. Ancak, kalede kıtlık ve susuzluk başladığı için yapılacak fazla bir şey yoktu. Toplam 28 gün süren kahramanca mücadele 2 Eylül 1595’te sona ermek zorunda kaldı.

Kuşatma sırasında kendisi de kalede bulunan Osmanlı tarihçisi İbrahim Peçevi, kalede yaşananları “Sarnıç etrafında hararetinin şiddetinden ıslak mermerleri yalayan ve bir damla su için can veren elsiz – ayaksız yaralıların inlemeleri yürekleri sızlatıyordu” cümlesiyle anlatır. Peçevi’nin canlı tanıklığıyla kâğıda dökülen savunma, ileride Estergon Kalesi Türküsü’nün de esin kaynağı olacaktır.

Aradan on yıl geçer. Lala Mehmed Paşa bu kez Sadrazamdır ve yine bizzat kendisinin komuta ettiği ordusuyla Kaleyi geri almak için Estergon önlerindedir. Osmanlı ordusu, bir aylık kuşatmadan sonra kaleyi 3 Ekim 1605 tarihinde tekrar ele geçirdi. Kale bu tarihten sonra 78 yıl daha Osmanlıların elinde kaldı.

Estergon Kalesinin elden çıkması ve orada verilen şehitler bütün milleti yürekten yaraladı. Bu şanlı savunma nesilden nesile anlatıldı, dilden dile söylendi Estergon Türküsünde ifade buldu…

Estergon Kalesi Türküsü*

Estergon Kalesi subaşı durak

Kemirir içimi bir sinsi firak

Gönül yâr peşinde yâr ondan ırak

Akma Tuna akma ben bir dertliyim

Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım

Estergon Kalesi subaşı kaya

Kemirir gönlümü aşk denen belâ

Çektiğimi hoş gör gel etme cefa

Akma Tuna akma ben bir dertliyim

Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım

Estergon Kalesi subaşı hisar

Baykuşlar çağrışır bülbüller susar

Kâfir bayrağını burcuna asar

Akma Tuna akma ben bir dertliyim

Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım

Estergon kalesi şu başı kale

Göklere ser çekmiş burçları hele

Biz böyle kaleyi vermezdik ele

Akma Tuna akma ben bir dertliyim

Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım.

*Kaynak: İsmail Tosun SARAL – Emre SARAL, Macarlar Ve Tuna Hakkında Yazılan Şiirler (1300 – 2000), Türk-Macar Dostluk Derneği Yay., Ankara, Nisan 2001, 2. Baskı.

Hazırlayan: Mustafa İ. Sevimli

17 Ocak 2012 1 comment
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Genel

Seçimler, Duygusal Aşırılıklar ve Entropi

by Mustafa Sevimli 20 Haziran 2011

Bir seçim dönemini henüz tamamladığımız şu günlerde, sokaklardan zihnimde en çok yer eden; alabildiğine gürültülü, çevreyi kirleten, insan toplum ve çevre sağlığını ihmal eden bir anlayışın öne çıktığı manzara oldu.

Ne yazık ki toplum olarak fazla coşkulu ve gürültülü yaşıyoruz. Bu, belki de sosyonomi* analistlerinin, kitlesel trendin beşinci ve son yükseliş dalgasında gözlenen manik depresif psikozun mani evresi olarak tanımladıkları kitlesel ruh halinin bir göstergesi. Ancak açıklaması her ne olursa olsun, mevcut coşkulu ve gürültülü yaşam tarzımızın sağlıklı bir kitlesel ruh halini yansıtmadığı kuşkusuzdur.

Seçim kampanyalarından asker uğurlamalarına, mağaza açılışlarından galibiyet kutlamalarına, düğünlerden davetlere kadar pek çok etkinlikte; korna, havai fişek, müzik aletleri, insan çığlığı ve envai çeşit ses çıkarabilen araçların kullanımı yanında, yol kapatma, geçişleri engelleme gibi abartılı coşku ve toplumsal duygusal aşırılıklar, gündelik yaşamın bir parçası haline gelmiş durumdadır.

Büyük şehirlerimiz, giderek artan trafik yoğunluğu, kalitesiz yakıt kullanımı ve sanayileşme gibi nedenlerle zaten fazlasıyla gürültülü, havası kirli ve sağlıksızken, ilave olarak insan sağlığını ve bireyin mevcudiyetini tehdit eden davranış kalıplarının toplumumuzda yer etmesi; yaşam kalitesi yüksek, huzurlu ve sağlıklı kent hayalimizi giderek daha ulaşılmaz yapmaktadır.

Konuya sistem yaklaşımı çerçevesinden bakarsak; sosyal bir sistem olan toplum, diğer bütün sistemler gibi zamanla yıpranma, bozunma, düzensizleşme eğilimindedir. Diğer bir ifadeyle içinde yaşadığımız toplumda entropi** sürekli artmaktadır. Bu süreci tamamen durdurmak mümkün değilse de en azından yavaşlatmak elimizdedir. Bu ise negatif entropi oluşturmak, bir anlamda sisteme enerji vermekle mümkündür. İnsan ve çevre sağlığı, toplumsal kurallar, trafik, doğayı koruma vb pek çok konuda gerekli yasaların çıkarılması, uygulanması ve toplumsal bir bilincin oluşturulması, bu kapsamda yapılabileceklerden ilk akla gelenlerdir.

Yöneticilerin ve yetkililerin konuya gereken hassasiyeti göstereceklerini, gerekli yasaların çıkarılacağını ve ivedilikle uygulamaya geçirileceğini ümit ediyoruz

Mustafa İ. Sevimli

*Konu hakkında daha geniş bilgi için bkz. Şengöz, Tuncer (13 Nisan 2011). Komedyenler, Komik Haller, Dalga Karakteri. Erişim: 13 Haziran 2011 [www document]. URL http://blog.sosyonomi.com/?paged=8

** Bir sistemin düzensizlik derecesinin ölçüsü

20 Haziran 2011 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
  • 1
  • 2
  • 3

About Me

About Me

Writer & Reader

Neque porro quisquam est, qui dolorem ipsum quia dolor sit amet, consectetur, adipisci velit, sed.

Keep in touch

Facebook Twitter Instagram Pinterest Tumblr Youtube Bloglovin Snapchat

Newsletter

Subscribe my Newsletter for new blog posts, tips & new photos. Let's stay updated!

Recent Posts

  • Rachel Corrie

    16 Mart 2024
  • 2023 Kitap Fuarları

    25 Kasım 2022
  • 2022 Kitap Fuarları

    10 Ocak 2022
  • Covid-19 Pandemisi ve Sağlık Çalışanları Üzerindeki Etkileri: Sosyolojik Perspektif

    26 Mayıs 2021
  • 2021 Kitap Fuarları

    29 Ekim 2020

Categories

  • Edebiyat (6)
  • Ekonomi (6)
  • Featured (6)
  • Genel (23)
  • İş Dünyası (9)
  • İslâmi Bakış (11)
  • Kitabiyat (42)
  • Kitap Fuarı (6)
  • Kitap Fuarı Detay (7)
  • Life (2)
  • Moments (7)
  • Nature (5)
  • Sanat (1)
  • Stories (6)
  • Tarih (4)
  • Travel (5)

About me

banner
Soledad is the best selling Blog & Magazine WordPress Theme of this year on Themeforest.

Popular Posts

  • 1

    Writing New Life Chapter

    07 Haziran 2017
  • 2

    Create your DIY Bag

    07 Haziran 2017
  • 3

    My Baby Cactus

    07 Haziran 2017

Newsletter

Subscribe my Newsletter for new blog posts, tips & new photos. Let's stay updated!

  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram
  • Pinterest
  • Tumblr
  • Youtube
  • Bloglovin
  • Snapchat

@2019 - All Right Reserved. Designed and Developed by PenciDesign


Back To Top
Mağaradakiler
  • Travel