Mağaradakiler
  • Travel
Author

Mustafa Sevimli

Mustafa Sevimli

Kuresellesmenin Ekonomik Boyutu
Ekonomi

Küreselleşme Nedir? -Ekonomik Boyut-

by Mustafa Sevimli 24 Aralık 2010

Küreselleşme kavramının ekonomik boyutunu irdeleyeceğimiz bu çalışmamız, daha önce yayımlamış olduğumuz “Küreselleşme Nedir?” isimli makalemizin devamı niteliğindedir. Konuya hakimiyet açısından, önce “Küreselleşme Nedir?” başlıklı makalemizin okunmasında fayda vardır.

Geçmişte, sanayileşmiş ülkelerde, sanayi üretimi öncelikle iç talebin ihtiyaçlarına cevap verecek tarzda tasarımlanır, üretimin fazlası dış pazarlara satılırdı. Dış pazarlar ise, basitçe, bir “dış ticaret” konusu olarak görülürdü ve rekabet de o kadar yoğun değildi. Gelişmekte olan ülkelerde ise, dış pazarlara yönelik sanayi üretimi hemen hiç söz konusu değildi. Ancak her iki ekonomik yapıda da, uluslararası pazarlara yönelik bakış açısı temelde aynıydı: Ekonomi, uluslararası seviyede ancak bir “dış ticaret” meselesi olarak görülüyordu. [1]

1970’lere gelindiğinde, uluslararası ekonomide adeta bir devrim yaşandı. Söz konusu devrimin arkasındaki nedenler, büyük ölçüde 1944-1973 yılları arasında yaşanan birtakım gelişmelere dayanmaktaydı. Bu gelişmeler kısaca incelenirse: 1 Temmuz 1944 günü ABD’nin New Hampshire eyaletine bağlı Bretton Woods’ta 44 ülkeden çok sayıda temsilci bir araya geldi. Bir seri toplantı sonucunda, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası (IBR) kurulması hususunda anlaşma sağlandı. 1948 yılında ise, Genel Gümrük ve Ticaret Anlaşması (GATT) metni üzerinde anlaşma sağlandı. Ancak 1971 yılına gelindiğinde Bretton Woods sistemi kambiyo ilişkileri boyutunda ağır bir sarsıntı yaşadı. Yaşanan gelişmeler karşısında, bir anlamda tepkisel olarak yeni uluslararası ekonomik düzen arayışları başladı. 1980’lere gelindiğinde ise, geçmişte yaşanmadık biçimde bir “açık ekonomi” uluslararası ekonomiye hakim oldu. GATT’ın yerini ise, 1990’lı yıllarda Dünya Ticaret Örgütü (WTO) aldı.[2]

Sonuç olarak, 1970’lerdeki gelişmeler -ekonominin küreselleşmesi-; rekabeti, sadece bir dış ticaret sorunu olmaktan çıkararak bir ulusal ekonomi politikası haline dönüştürmüştür. Bu bağlamda uluslararası hedefler, ekonomik faaliyetlerin öncelikli hedefleri haline gelmiştir. Bu gelişmeler; ülkeler ve işletmeler için, stratejilerini küresel rekabet kurallarına göre belirlemeleri zorunluluğunu da beraberinde getirmektedir.[3]

Küreselleşmenin ekonomik boyutu yapısal olarak incelendiğinde ise, iki temel alan karşımıza çıkmaktadır. Finansın küreselleşmesi ve üretimin küreselleşmesi. Ekonomik küreselleşmenin bu iki alanı arasında son derece hassas bir ilişki vardır. Küresel üretim, bir anlamda küresel finansın bir fonksiyonudur. Diğer bir deyişle küresel finans hareketleri, küresel üretimi etkilemektedir. Bunun sonucunda da finansal istikrarsızlıkların küresel üretimi olumsuz etkileyebileceğini tahmin etmek hiçte zor değildir. Bu noktada, küresel ekonominin önemli bir zaafı karşımıza çıkmaktadır. Aşağıda da değinileceği gibi, günümüz küresel ekonomisinde finans piyasaları ciddi ölçüde istikrarsızlık gösterebilme potansiyeline sahiptir.

Küreselleşmenin ekonomik boyutunu teşkil eden alanları biraz daha açarsak:

Finansın Küreselleşmesi: Daha önce de değinildiği gibi, 1970’li yıllarda uluslararası ekonomi yönetimine hakim olmaya başlayan açıklık politikalarının etkileri öncelikle finans alanında hissedildi. Özellikle uluslararası para sisteminde köklü değişikliklerin yaşandığı bu dönemde, Padoa-Schioppa ve Saccomanni’ nin tanımıyla;[4] Bretton Woods döneminin devlet güdümlü uluslararası para sisteminden günümüz piyasa güdümlü uluslararası para sistemine geçiş gerçekleşti. Aynı yazarlar, piyasa güdümlü uluslararası para sistemini belirleyen altı özellik tespit etmişlerdir.

-Sermaye hareketlerinin ülke içindeki yaygın liberalizasyonunu takiben finansal portföylerin uluslararası hale gelmesi.

-Finansal aracı kurumlar olarak bankaların öneminin piyasaya göre azalması (bu durum, menkul kıymetleştirme, tahvil ihraç etme v.b.’nin öneminin artmasıyla belirginleşmiştir).

-Uluslararası finansal işlem ölçeğinin ticaret işlemlerine göre gelişmesinin ışığında, döviz kurlarının finansal piyasalarla belirlenmesi.

-Genel olarak bilgiişlem ve iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle açıklanan piyasa değişkenliği (şokların sistem çapında büyümesi).

-Uluslararası piyasalarda nispeten küçük bir grup kuruluşun benzer analiz ve davranış gelenekleriyle aynı anda ticaret yapmalarından doğan piyasa yoğunluğu.

-Döviz kuru baskılarından kendilerini yalıtamayan ülkelerin, aynı zamanda iç ekonomi politikaları bakımından da disipline olamamaları.

Bahsedilen gelişmelerin günümüz küresel ekonomisine yansımaları ise, pek çok alanda karşımıza çıkmaktadır. Bu konuda bazı çarpıcı örnekleri incelersek: 1992 yılında dünya finans piyasalarının yıllık toplam hacmi 43 trilyon dolardı. 1990’ların sonlarında ise, günlük bazda bu rakam 2,3 trilyon dolara ulaşmıştır. Gelişmiş ülkelerdeki bankaların sınır ötesi kredileri 1980’lerin başında o ülkelerin GSMH’larının % 4’üne ancak ulaşıyordu.1990’larda ise, bu oran % 44’e çıktı. 1950 yılında 380 milyar dolar olan dünya ticaret hacmi 1997 yılında 5,86 trilyon dolara ulaştı. 1989 ile 1997 yılları arasında dünya ticaretindeki ortalama yıllık artış oranı % 5,3 düzeyine ulaştı. Aynı dönemde dünyadaki yabancı yatırımlar yıllık ortalama % 11,5 artış gösterdi.[5]

Konuya sıcak para hareketleri açısından bakıldığında, yine çarpıcı örnekler görülmektedir: Chicago Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre 1997 yılı sonunda yirmi beş büyük piyasa dünya pazarlarındaki hisse senetlerinin %83’ünü ve dünyadaki tüm piyasa kapitalizasyonunun yarısını kontrol ediyordu. Bunun toplam değeri 20,9 trilyon dolar mertebesindedir. 1986 yılında bir günde değiştirilen döviz miktarı 190 milyar dolarken, bu rakam 1997 yılında 1,3 trilyon dolara çıkmıştır.[6]

Bunlar ve benzeri pek çok örnek incelendiğinde karşımıza çıkan tablo şudur:

-Bilgiişlem ve haberleşme teknolojilerindeki gelişmeler, finans piyasalarına olağanüstü bir hareket yeteneği kazandırmış, uluslararası ekonomiye hakim olmaya başlayan açıklık politikaları sonucunda hareket serbestisi de kazanan sermaye, dünya çapında kısa vadeli fakat büyük hacimli finansal operasyonlar gerçekleştirir hale gelmiştir.

-Yatırımcıların belirli bir döviz veya finansal enstrüman üzerinde spekülasyon yapmaları nedeniyle, finans akışı ile sanayi ve hizmet sektörlerindeki ticaret birbirinden kademeli olarak ayrılmış, giderek daha fazla döviz işlemi yapılmaya başlanmıştır.[7]

-Uluslararası finans sistemi, sınırlarını kimsenin bilmediği karmaşık bir yapı oluşturmuş ve dünyanın dört bir yanından çok sayıda büyük oyuncu bu sisteme dahil olmuştur.[8]

Dünya finans sistemindeki bu olağanüstü gelişmeler, pek çok kişi kuruluş ya da devlet için fevkalade fırsatlar sunarken, ciddi riskleri de beraberinde getirmektedir. Bu konuda çalışan araştırmacılardan Susan Strange’e göre;[9] 1980’lerin dünya finans piyasaları, yirmi dört saat çalışan bir “casino” ya benzemektedir. Yazara göre dünya finans sistemi, spekülasyona açık olduğundan, üretim ile ticaret bakımından yıkıcı sonuçlar üretme potansiyeline sahiptir.

Bu görüşü destekleyen önemli bulgular da mevcuttur. Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın Asya krizini inceleyen bir araştırmasında krizin nedenlerine ilişkin bir takım tespitlerin yanında şu görüşler de yer almaktadır.[10]

“Asya krizinin köklerini sadece ASEAN ülkeleri içinde aramak sağlıklı bir sonuç vermeyecektir. Gelişmiş ülkelerde ve küresel finans piyasalarında gelişen bazı olaylar da krizin oluşumunda önemli rol oynamıştır. Özellikle 1990’ların başından itibaren Avrupa ve Japonya’da devam eden zayıf büyüme, cazip yatırım imkânlarını mevcut tasarrufların gerisinde bıraktırmıştır. Büyük miktarlara ulaşan özel sermaye akımları, yüksek getiri bekleyen uluslararası yatırımcılar tarafından mevcut riskler göz önüne alınmadan, yükselen yeni pazarlara kaymıştır.”

Sonuç olarak, finans piyasalarındaki bir krizin reel alanda krize neden olması ihtimali, bugün önceki dönemlerden daha yüksektir. Bunun en önemli nedeni, küresel finans piyasalarının hükümetlerin siyasi kontrolleri dışında kalmış olmasıdır. Küresel ekonominin yönetimi, ulusal ekonomi yönetiminden farklı olarak siyasi merkez dışındadır. Bretton Woods sistemi döneminde oluşturulan uluslararası kuruluşlar; Dünya Bankası, IMF, GATT, son yıllarda küresel ekonominin yönetiminde yetersiz kalmaktadırlar.[11] Daha önce de değinildiği gibi, bu durum küresel üretimi olumsuz etkileyebilecek potansiyel bir tehlike olarak, küresel ekonominin önünde önemli bir handikaptır.

Üretimin Küreselleşmesi: Küresel üretim, geçmişte ulusal arenada iç pazarlara, kısıtlı olarak da uluslararası arenada dış pazarlara hitap eden ve daha çok seri üretim tekniği ile gerçekleştirilen klasik üretimin yerini, küresel pazarlara hitap etmek üzere almış olan üretim sistemidir. Küresel üretim; organizasyon yapıları, üretim tekniklerindeki yenilikler, yeni pazarlama yöntemleri, satış sonrası teknik destek sistemleri, gibi pek çok alt bileşeni de kapsar.

Konuya salt üretim teknikleri açısından bakılırsa: Geçmişte yalnızca seri (kitlesel) üretim söz konusu iken, günümüzde temel olarak iki farklı eğilim göze çarpmaktadır. Bazı araştırmacılar; “küreselleşme sürecinde tüketici davranışlarının, sosyal değerlerin ve teknolojilerin kullanımının dünya ölçeğinde aynılaştığını”[12] öne sürerken bazı araştırmacılar da, “kitle üretiminden sipariş usulü üretime, diğer bir deyişle müşteriye göre üretime (mass customization) geçildiğini”[13] savunmaktadırlar. Ancak bu eğilimlerden yalnızca birini genellemek yerine; sektör, ürün, ya da tüketici faktörlerinin belirleyici olduğu göz önüne alınarak her iki yaklaşımında doğru olduğu düşünülebilir. Örneğin: Bazı lüks otomobil üreticileri, dünya çapında önemli müşterilerinin kişisel tercihlerine göre üretim yaparlarken, bazı bilgisayar yazılım şirketleri bütün dünyadaki kullanıcılara hitap eden, dünya ürünleri üretmektedirler.

Üretimin küreselleşmesi, küresel ekonomik sistem çapında daha genel olarak incelendiğinde ise, oldukça farklı bir tablo ile karşılaşılmaktadır. Bu bağlamda, küresel üretim; “farklı ülkelerdeki üretim faktörlerinin maliyet farklarından doğan avantajları kullanmaya yönelik bir organizasyon”[14] olarak nitelendirilebilir. Burada kastedilen; küresel bir işletme, vergi avantajı bakımından üretimini A ülkesinde yapıyorken, üretim sürecindeki bir ara girdiyi daha düşük işçilik maliyetleri sağlaması bakımından B ülkesinde üretebilmektedir. Bu konuda gözlenen bir başka eğilim de, özellikle gelişmiş ülkelerde uyanan çevre bilincinin bir sonucu olarak, bu ülke hükümetlerinin koyduğu yasal yaptırımlardan ve bu yaptırımların maliyetlerinden kaçınmak isteyen işletmelerin, kimi faaliyetlerini çevre bilincinin gelişmediği ülkelere kaydırmasıdır.

Üretimin küresel organizasyonu ise, küreselleşme sürecinde bir başka tartışma konusu olmuştur. Bu noktada Robert Cox ilginç bir değerlendirme yapmaktadır. Cox’a göre;[15] küresel üretimi organize eden iktisadi güç, uluslar ötesi yönetici sınıfı (transnational manageral class) olarak adlandırılan bir gruptur. Yazara göre söz konusu güç, kendi aralarında ekonomik ilişkileri belirginleşmiş, ortak hareket imkânı oluşturmak anlamında kurumları olan, kendilerinin devamlılığını sağlamak konusunda mekanizmalara sahip bir grup insandır. Uluslararası üretimin organizasyonu ile üretimin gerçekleştirilmesinde ulusal ya da uluslararası düzeyde birçok kesim bu yapı içinde organize olmaktadır. Grup üyeleri, merkez ülke hükümetlerine (ABD, Almanya, Japonya) belirli iktisat siyasetlerini, çeşitli hedeflerin gerçekleştirilmesine yönelik olarak telkin etmektedirler. “Dışa açılmak” söz konusu siyaset önerilerinde anahtar sözcüklerdir. Bu bağlamda, çeşitli ülkelerden ülke paralarının istikrarı ile siyasi anlamda istikrar talep edilmektedir.

Küresel bir işletmenin üretim organizasyonu hakkında, Robert Reich oldukça çarpıcı bir örnek vermektedir:[16]

“…Bir Amerikan vatandaşı General Motors’dan bir Pontiac Le Mans satın aldığı zaman, farkına varmadan uluslararası bir muameleye girmektedir. GM’a ödenen 20.000 dolardan yaklaşık 6.000 doları rutin emek ve montaj işlemleri için Güney Kore’ye, 3.500 doları gelişmiş komponentler (motor, dingil, elektronik parçalar) için Japonya’ya, 1.500 doları stil verme ve tasarım mühendisliği için Almanya’ya, 800 doları küçük komponentler için Tayvan, Singapur ve Japonya’ya, 500 doları reklam ve pazarlama hizmetleri için İngiltere’ye ve yaklaşık 100 doları veri işleme için İrlanda ve Barbados’a gitmektedir. Geriye kalan 8.000 dolardan az kısım ise Detroit’deki stratejistlere, New York’taki avukat ve bankacılara, Washington’daki lobicilere, tüm ülke sathındaki sigorta ve sağlık çalışanlarına ve General Motors hissedarlarına kalmaktadır: bir çoğu Birleşik Devletler’de yaşayan, ancak giderek artmakta olan bir bölümü yabancı uyruklu olan hissedarlar.”

Örnekte de görüldüğü gibi, küresel üretimin gerçekte milliyeti yoktur. Küresel işletmeler için esas olan, üretim için gereken en uygun bileşenlerin yine en uygun maliyetlerle elde edilebilirliğidir. Hangi üretim bileşeninin hangi ülke sınırları içinde olduğu konusu, küresel üretimin yönlendiricileri açısından pek de önemli değildir. Konuyu yine Reich’den bir alıntıyla bağlarsak:[17]

“Küresel ağlar çoğu zaman kendilerine en uygun ulusal kimliğe bürünüverirler. Pazarı dış rekabete karşı korunan bir ülkede iş gördükleri zaman sadık vatandaşlar sıfatıyla temayüz eder, hatta yeri geldiğinde daha fazla koruma talebinde bulunurlar.”

Mustafa İ. Sevimli


[1] Nazım Güvenç, Küreselleşme ve Türkiye, BDS yayınları, İstanbul, 1998, s.19.

[2] Güvenç, a.g.e., s.32-36.

[3] Güvenç, a.g.e., s.19.

[4] Paul Hirst ve Grahame Thompson, Küreselleşme Sorgulanıyor, çev. Çağla Erdem ve Elif Yücel, Dost yayıncılık, Ankara, 1998, s.161’den T. Padoa-Schioppa ve F. Saccomanni, Managing a Market-Led Global Financial System, P.B. Kenen (yay. haz.) Managing the World Economy, Washington DC, IIE, 1994

[5] Onur Öymen, Geleceği Yakalamak, Türkiye’de ve Dünyada Küreselleşme ve Devlet Reformu, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2000, s.32.

[6] Öymen, a.g.e., s.32-33.

[7] Vedat Akman, Gelecek Yüzyılın Gündemi, Rota Yayınları, İstanbul, 1999, s.28-29.

[8] Osman Ulagay, Quo Vadis? Küreselleşmenin İki Yüzü, Doğan Kitapçılık, İstanbul, 1999, s.49.

[9] Akman, a.g.e.,s.22’den Susan Strange, Casino Capitalism, Blacwell Publishers, Oxford, 1986.

[10] Dış Ticaret Müsteşarlığı Raporu, “Asya Krizi,” http :// www. Foreigntrade. gov. tr/ DUNYA/ kriz/ blm1. Htm

[11] Akman, a.g.e., s.22-23.

[12] Akman, a.g.e., s.20.

[13] Ebru Güzelcik, Küreselleşme ve İşletmelerde Değişen Kurum İmajı, Sistem Yayıcılık, İstanbul, 1999, s.26’dan Ergin Yıdızoğlu, Küreselleşme ve Kriz, İstanbul, Alan Yayıncılık, 1996, s.23.

[14] Akman, a.g.e., s.20.

[15] İsmail Gökal, “Globalleşme”, http :// www. foreigntrade. gov. tr/ ead/ DTDERGI/ ekim97/ globalle. htm’den Robert W. Cox, “Production and Hegemony Toward a Political Economy of World Order,” The Emerging International Economic Order, Dynamic Process, Constraints and Opportunities, der. Ed Harold, K. Jacobson and Dusan Sidjanski, Saga Publications, 1982.

[16] Robert Reich, “Küresel Ağlar,” Küresel Rekabet, der. Mustafa Özel, İz Yayıncılık, İstanbul, 1994, s.54.

[17] Reich, a.g.e., s.56-57.

24 Aralık 2010 2 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Kuresellesme Nedir
Ekonomi

Küreselleşme Nedir?

by Mustafa Sevimli 21 Aralık 2010

Küreselleşme, etkileri ikinci dünya savaşını takip eden on, on beş yıl içinde hissedilmeye başlanmış ve günümüzden yaklaşık otuz yıl kadar önce de kavram olarak dünya gündemine girmiş bir olgudur. Bununla beraber; küreselleşme terimi üzerinde, araştırmacılar arasında genel kabul görmüş bir tanımlama yapmak pek de mümkün olmamıştır. Bunun nedeni ise, konuyu ele alan araştırmacıların temelde iki farklı yaklaşıma sahip olmalarıdır. Güvenç bu yaklaşımları şöyle özetler.[1]

Birinci yaklaşım, küreselleşme terimini bir kavram olarak görür. Diğer bir deyişle, küreselleşmeyi; somut bir olguyu, kuram düzeyinde bilimsel olarak yansıtan bir ifade olarak görür.

İkinci yaklaşım ise, küreselleşmeyi ideolojik bir görüşün ifadesi olarak kabul eder. Bu yaklaşım, küreselleşmeyi ya yanında olunacak ya da karşısında tavır alınacak bir ideolojik etken olarak görür.

Güvenç’e göre, kürselleşmeyi ideolojik bir etken olarak gören yaklaşım, bilimsel düşünceye terstir. Çünkü ideolojik bir etken olarak sunulduğunda, küreselleşme; belli bir ideolojinin ve/veya belli birkaç devletin irâdi olarak tasarlayıp yürürlüğe koyduğu bir politikaya indirgenmiş olur. Oysa küreselleşme, söz konusu etkenlerin bir sonucu olmayıp, onları da aşan bir tarzda uluslararası ekonominin seyri içinde, kapitalist ekonomik sistemin kendi dinamiği ile vardığı bir aşamadır. Bu aşama, halen devam etmekte olduğundan hem gözle görülebilir bir somut olgu, hem de canlılığını koruyan bir dinamiktir.

Bu çalışmada, küreselleşmeyi bir olgu ve bir dinamik olarak ele alan yaklaşım baz alınarak küreselleşme kavramı ve küreselleşmenin boyutları irdelenmeye çalışılacaktır.

Küreselleşme Nedir?

Alvin Toffler, insanlığın günümüze kadar geçirdiği iki büyük değişim dalgasından bahseder.[2] Birinci değişim dalgası; tarımın bulunmasıyla başlayan tarım devrimidir. Bu dalga uygarlığı yaklaşık olarak 1650-1750 yıllarına kadar sürmüştür. İkinci değişim dalgası; 17.yüzyılın sonlarında Avrupa’da başlayan sanayi devrimidir. Bu dalga, İkinci Dünya savaşının sona ermesinden kısa bir süre sonra her bakımdan zirveye ulaşmışken Dünya üzerinde büyük değişimler başlatan fakat ne olduğu günümüzde dahi tam anlamıyla çözümlenememiş olan üçüncü dalga başlamıştır. Üçüncü dalga ile birlikte, ikinci dalga uygarlığının klâsikleri arasında yer alan kömür, çelik, dokuma, otomotiv, lastik gibi endüstrilerin yerini, daha ileri bilgi ve teknolojiye dayalı hizmetler sektörü almaya başlamıştır. Bunların ortaya çıkışı ise, yarı iletken elektroniği, enformasyon kuramı, moleküler biyoloji, ekoloji ve uzay bilimleri gibi yeni bir takım bilim dallarının bir araya gelerek gerçekleştirdikleri bir hamle ile mümkün olmuştur.

Günümüzde bu olgu, etkileri ve kapsadığı alanlar dikkate alındığında çok daha fazla hissedilmektedir. Eğitimden bilime, politikadan sanata, ekonomiden organizasyon yapılarına kadar hayatın hemen her alanında hızlı ve büyük değişimler görülmektedir. Üstelik, 90’lı yıllarda ortaya çıkan yeni bir trend, Toffler’in hizmetler sektörüne alternatif yeni bir stratejik sektörün ortaya çıktığını göstermektedir. Yeni ekonomi olarak da adlandırılan bu sektör bir anlamda “yüksek teknolojilere dayalı hizmetler sektörü”[3] olarak da tanımlanabilir. Bu süreçte bir başka ilginç nokta ise, söz konusu değişimlerin hızının da zaman geçtikçe geometrik olarak artmakta olduğudur. Bütün bu gelişmeler sonucunda; ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel bir dinamik olarak küreselleşme, dünya gündemindeki yerini almıştır.

Küreselleşme kavramının bu güne kadar pek çok tanımı yapılmaya çalışılmıştır. Ancak daha önce de değinildiği gibi, araştırmacıların konuya bakış açılarının farklı olması; bir tanım üzerinde görüş birliğine varılmasını pek de mümkün kılmamıştır. Tanımlamadaki bir başka handikap ise, küreselleşme kavramının çok yönlü, karmaşık ve dinamik bir olgu olduğu gerçeğidir. Yine de, konuya bilimsel çerçevede bakan bazı araştırmacılar tatminkâr tanımlamalar yapmaya çalışmaktadırlar.

Bu bağlamda Güvenç küreselleşmeyi şöyle tanımlar;[4]

“Küreselleşme: hangi alanda olursa olsun ekonomiden sanata, bilimden iletişime, herhangi bir çalışmada, üretimde, yapımda; dünya çapında geçerliliği, ağırlığı, öncülüğü olan normların, ölçütlerin dikkate alınması veya etkili hale gelmesi, benimsenmesi; dünyaya açılarak yerelliğin, ulusallığın reddedilmeksizin dışına çıkılması ve evrensellikle bağdaştırılması, birleşilmesidir.”

Giddens’a göre ise;[5] küreselleşme, ancak zaman ve mekân bağlamında açıklanabilir. Modern zamanlar öncesi, toplumlar birbirlerinde zaman ve mekân açısından uzaktı ve iletişim sınırlıydı. Günümüzde ise, yerel ve küresel olan formlar ve olaylar tüm toplumları etkilemektedir. Giddens küreselleşmeyi

“Zaman ve mekân açısından birbirinden uzakta gelişen olayların yerel oluşumları etkileyebilmesi ve bu yolla küresel ölçekte sosyal ilişkilerin yoğunlaşması”

olarak tanımlamaktadır.

Giddens küreselleşmenin dört boyutta düşünülmesi gerektiğini öne sürer;[6]

-Kapitalist dünya sistemi,

-Ulus-devlet sistemi,

-Dünya askeri sistemi,

-Uluslararası işbölümü.

Giddens’a göre, küreselleşmenin birinci boyutu kapitalist dünya ekonomisidir. Buna göre dünya düzeni siyasi değil iktisadi bir özellik taşımaktadır, bu kapitalizmdir. Dünya ekonomisi ticaret, sermaye ve üretim ilişkileri açısından bütünleşmiştir. Sistemde merkez ve uydu ülkeler vardır. Küreselleşmede belirleyici olan sistemdir, kapitalizmdir. Çünkü kapitalizm doğası gereği mekânını büyütmektedir. Ülkelerarası ekonomik gelişme farkları da dünya kapitalist sisteminin sonucudur. Ulus-devlet sistemi küreselleşmenin ikinci boyutudur. Giddens’a göre ulus-devlet küresel siyasi düzenin en önemli üyesidir. Çünkü ulus devletler bölgesel ve küresel siyasetin yürütülmesi ve düzenlenmesinde rol alırlar. Ancak ulus-devletin etkin olabilmesi o devletin refah düzeyi ve askeri gücüyle sınırlıdır. Küreselleşmede ulus-devlet etkin rol almaktadır. Küreselleşmenin üçüncü boyutunu ise dünya askeri düzeni oluşturmaktadır. Askeri gücün küreselleşmesi, silahlanma ve birden fazla ülkenin askeri ittifak kurmalarıdır. Böylece belirli bir bölgede yaşanan çatışma küresel sorun haline gelebilmektedir. Küreselleşmenin dördüncü boyutu ise küresel işbölümüdür. Küresel işbölümü emek, sermaye ve doğal kaynakların nitelik ve niceliğine göre şekillenmektedir.

Mahçupyan ise, küreselleşmeyi bir tür standartlaşma olarak görür ve küreselleşmeyi üç boyutta inceler;[7]

-Ekonomik boyut

-Siyasi boyut

-Kültürel boyut

Mustafa İ. Sevimli

Araştırmamızın devamı niteliğindeki “Küreselleşme Nedir? -Ekonomik Boyut” isimli makalemiz sitemizde yayımlanmıştır.


[1] Nazım Güvenç, Küreselleşme ve Türkiye, BDS yayınları, İstanbul, 1998, s.13-14.

[2] Alvin Toffler, Üçüncü Dalga, çev. Ali Seden, Altın Kitaplar, İstanbul, 1996, s.26-43.

[3] Numan Kurtulmuş, Sanayi Ötesi Dönüşüm, İz Yayıncılık, İstanbul, 1996, s.21.

[4] Güvenç, a.g.e., s.318.

[5] İsmail Gökal, “Global Değişim, Stratejik Ticaret Politikası Ve Türkiye İçin Bir Ticaret Senaryosu,” http://www.foreigntrade.gov.tr/ead/DTDERGI/nis97/4.htm’den A. Giddens, The Consequences of Modernity, Polity, Cambridge, 1990.

[6] Gökal, a.g.e.

[7] Ebru Güzelcik, Küreselleşme ve İşletmelerde Değişen Kurum İmajı, Sistem Yayıcılık, İstanbul, 1999, s.24’den, Etyen Mahçupyan, “Küreselleşme,” İktisat Dergisi, İÜ İktisat Fakültesi Mezunları Cemiyeti Yayını, İstanbul, sayı.362, (Aralık 1996), s.31-37.

21 Aralık 2010 1 comment
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Edebiyat

Hazan ve Yalnızlık

by Mustafa Sevimli 18 Kasım 2010
Zaman içinde, yoldayım yine.
Bir okul çıkışı hava karanlık,
Soğuk şehir koşuşan insanlar.
Biraz üzgün, biraz dertli, buruk.
Kaldırımlar arkadaşım.
 
Geçen bir otomobilin farları,
Kaldırımda parıldayan şey, o bir yaprak.
Rüzgârın yollarda sürüklediği,
Düşen sarı bir yaprak.
Karanlık, soğuk ve yalnızlığın içinde.
 
Bana benziyor o, tıpkı ben, yalnız.
İnsanlar aldırmıyor ona.
Şehir kendine geliyor vakit geçtikçe
İnsanlar mutlu sevdikleriyle.
 
Derken ıssız kaldırımlar üzerinde,
Bir ayak sesi aldırmadan,
Basıyor üzerine zavallı yaprağın.
Onlarca parça yavaş yavaş kayboluyor,
Rüzgârın karanlığın çaresizliğin elinde.
 
Ve ben yine yalnız karanlığın içinde.
Acıyorum bana benzeyen zavallı yaprağa.
Kim bilir; belki de, belki de acıdığım kendim.
Çözemiyorum burukluğu.
 
Üzerime düşen birkaç damla yağmur,
Ve gecenin içinde kayboluyorum.

 Mustafa İ. Sevimli

18 Kasım 2010 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Genel

Yorum Kirliliği

by Mustafa Sevimli 15 Kasım 2010

Ulusal yayın yapan bazı özel TV kanallarına “anchorman”lik uygulaması ithal edildikten sonra, söz konusu kanallardaki ana haber programlarını izlemeyi bırakmıştım. Anchormen kelimesi güvenilir adam şeklinde dilimize çevrilebilir. Kaynak ülkede; güvenilir yorum yapabilen, yaptığı yorumla karşısındaki insanda güven duygusu uyandıran kişi anlamında ana haber bülteni sunucuları için kullanılmaktadır. Ülkemizdeki uygulaması ise; ana haber bültenlerinin, yorum şov programına dönüşmesi şeklinde olmuştur. Bu durumu gören bendeniz haber yerine yorum dinlemek istemediğimden dolayı TV kanallarını değiştirmeye başlamıştım.

Haberlerin TV yerine internet üzerinden takip edildiği bugünlere geldiğimizde, yeni bir yorum furyasının da alabildiğine yayıldığı gözlemlenmektedir. Günümüzde artık bütün basın yayın kuruluşları haber sunumlarını internet üzerinden de yapmaktadırlar. Böylece okuyucular hem haberlere çok daha hızlı ulaşabiliyor hem de bu haber metin veya görüntülerinin sayfa altına yorum yazabiliyorlar. Problem de tam bu noktada başlıyor.

Söz konusu yorumlar bazen öylesine pervasız, öylesine gereksiz ve rahatsız edici oluyor ki, yorumcular neyin yorumunu yaptıklarını unutup birbirleri ile münakaşaya başlayabiliyorlar. Yani bir anlamda “yorumun yorumu” durumu yaşanıyor. “Yorum kirliliği” ya da “yorum çılgınlığı” da diyebileceğimiz bu durumun yaşanmasına sebep olan bazı faktörleri incelersek.

İlk olarak; söz konusu haber siteleri, reyting ya da hit alma endişesiyle ya da adına her ne dersek diyelim özünde ticari kaygılar taşıdıklarında dolayı, spekülatif yorumlar üzerinde etkin bir denetim yapmamakta, diğer bir deyişle, okuyucu yorumlarını yayınlarken skalayı geniş tutmaktadırlar. Bu durum yorum kirliliğine temel olarak zemin hazırlamaktadır.

Okuyucu tarafına bakıldığında ise; özellikle son yıllarda her olay ya da gelişme karşısında söyleyecek bir sözü olma anlayışının toplumumuzda yerleşmeye başladığı gözlenmektedir. Bu durum bir anlamda ifade özgürlüğü, ya da çok seslilik olarak nitelendirilebilir. Fakat üzerinde durmaya çalıştığımız nokta tam olarak bu değildir. Vurgulamak istediğimiz sorun, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma sendromuyla alakalıdır. Yaşanan yorum kirliliği, bu zihniyetin bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır.

Bahis konusu olan durum, her hangi bir konuda bilgi sahibi olmaksızın o konuda fikir beyan etmeye çalışmak ve her olay ya da durum karşısında kendisini bir şeyler söylemeye vazifeliymiş gibi hissetmekle ilgilidir. Toplumsal kültürümüzün geçmişine baktığımızda, daha çok bilgi ve deneyim sahibi olanlar konuşur, bilgisi olmayanlar dinlerdi. Günümüz toplumu ise dinlemekten ya da okumaktan çok konuşur ve yorum yapar hale gelmiştir. Son yıllarda edindiğimiz bu toplumsal alışkanlığımız, haber sayfalarından kitap tanıtım sayfalarına kadar geniş bir yelpazede gözlemlediğimiz; bazen komik, bazen, düşündürücü, bazen hazin ve acınılası bir hal alan yorum kirliliğinin önemli faktörlerinden birisi olarak gözlenmektedir.

İki farklı vaka analizi ile yazımızı bağlamaya çalışalım:

Vaka1: Emine Çaykara’nın Oktay Sinanoğlu ile yaptığı söyleşileri derlediği “Türk Aynştaynı” isimli kitabın tanıtımının yapıldığı bir internet sitesinde, tanıtım metninin altına yazılan okuyucu yorumunun bir kısmını değişiklik yapmadan alıntılayalım.

“Türk Aynstayni diye bir kitaba sahip birinin megolamanlik derecesi konusuna girmeden kafami kurcalayan bir seyden bahsetmek istiyorum…”

Yorumcu, yukarıda bahsettiğimiz bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma durumunun çok net bir örneğini vermektedir. Eğer kitabı okumuş olsaydı, Sn. Sinanoğlu’nun ne denli mütevazı bir kişiliğe sahip olduğunu öğrenmiş olur, ayrıca kitabın yazarının Oktay Sinanoğlu olmadığını anlar, dolayısıyla da kitabın adının Sn. Sinanoğlu tarafından belirlenmediğini tahmin eder ve “megalomanlık” gibi bir iddiayı kolayca serdedemezdi.

Vaka2: Bir internet sitesinde yayınlanan “Sınır Kapıları Trafiğe Kapatılacak” başlıklı haber metninin bir kısmını alıntılayalım.

“Türkiye ile Bulgaristan arasında geçisin sağlandığı Kapıkule, Hamzabeyli ve Dereköy sınır kapıları ile Yunanistan ile geçişin yapıldığı İpsala Sınır Kapısı, bilgisayar sistemlerinin yenilenmesi nedeniyle dönüşümlü olarak trafiğe kapatılacak…

…Yetkililer, bilgisayar sistemlerinin yenilenmesi nedeniyle sınır kapılarının dönüşümlü olarak trafiğe kapatılacağını, çalışmaların tamamlanmasıyla geçişlerin normale döneceğini ifade etti.”

Şimdi de örnekteki haber için yazılmış bir yorumu, yazım hataları dâhil birebir alıntılayalım.

“her hafta bilgisayar sistemleri mi yenileniyor. yeter artık yapın bir kereve bitsin en az 15 yıl. batı da 50 yıldır böyle bir şey görmedik yuh sizin bilgisayar mühendislerinize. doğru eğitim sisteminiz böyle olur ise böyle mühendis olur.”

Elimizdeki örnek, herhangi bir analize gerek duyulmayacak kadar açıktır. Bu noktada; eğitim stratejilerini belirleyenlere, eğitimcilere ve ebeveynlere çok önemli görevler düştüğü de bir o kadar açık ve sarihtir.

Mustafa İ. Sevimli

15 Kasım 2010 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Genel

Tartışma! Ya da Tartışmama

by Mustafa Sevimli 19 Eylül 2010

“Sakın incitme bir cânı
Yıkarsın arş-ı Rahman’ı”
Alvarlı M. Lütfi Efendi

İnsanların birbirleriyle olan iletişimlerinde istem dışı da olsa zaman zaman tartışma ortamlarıyla karşılaşılmaktadır. Bazen bir konu hakkında derin bir tartışmanın tarafı olunur, bazen de bir olay ya da karşılaşılan bir durum üzerine haksızlığa uğranıldığı düşünülerek bir ya da birkaç kişi ile tartışmak durumunda kalınabilir. Hatta bazı durumlarda haksızlığın muhatabı olunmasa da, haksızlığa göz yummamak adına üçüncü şahıs olarak tartışmaya dahil olunabilir.

Pek çok durumda, bir tartışma oldukça düzeyli ilerlese bile; önyargı, hakkaniyet sahibi olmamak, gurur, hatayı kabullenmemek gibi pek çok sebepten dolayı, tarafların fikirlerinde bir değişme olmayacaktır. Ayrıca düzeyli ilerlemeyen tartışma ortamlarının çatışmaya dönüşmesi de sıkça görülen durumlardandır. Tartışma sırasında veya sonucunda istemeden de olsa kalp kırma, incitme ihtimali vardır. Bu gibi nedenlerden dolayı, tercih edilmesi gereken davranış şekli; tartışmalardan kaçınmaktır. Tartışma ortamlarından kaçınmak veya en azından tartışmanın seyrini kontrol altında tutabilmek için:

Öncelikle, çok haklı olduğunuz ve iyi bildiğiniz bir konuda, karşınızdakinin fikrini değiştirme mücadelesine girişmek yerine, onun bakış açısını anlamaya istekli olun ve bunu hissettirin. Ilımlı ve hoşgörülü bir yaklaşım sergileyin.

Anlaşmazlıkları olumlu karşılayın. Eğer sizin düşünmediğiniz bir nokta varsa, dikkatinizin o nokta üstüne çekilmesinden hoşnutluk duyun.

İçinizden gelen ilk tepki ile hareket etmeyin. Tepkilerinizi akıl süzgecinden geçirin. Dikkatli olun ve tepki vermeden önce düşünün.

İyi bir dinleyici olun. Bırakın muhatabınız sözünü bitirsin, direnmeyin, savunmaya geçmeyin ve tartışmayın, bu sadece aranıza engeller koyar. Kişilerle aranıza duvar örmeyin köprü kurun.

Anlaşabileceğiniz noktaları arayın. Karşınızdakinin sözlerini dinledikten sonra, önce aynı düşüncede olduğunuz noktaları ele alın.

Dürüst olun. Hata yaptığınız yerleri arayın ve bulduğunuzda bunu itiraf edin. Hatalarınız için özür dileyin. Dürüstlük insan kazandırır. Özür dilemek erdemdir.

Muhatabınıza değer verdiğinizi hissettirin, fikirlerini dinleyin, düşüneceğinize söz verin ve bunu içtenlikle yapın. Karşınızdaki haklı olabilir.

Siyaset tartışmaktan kesinlikle kaçının. Siyasi konular üzerinde genellikle uzlaşmaya varmak mümkün değildir ve konu büyük bir ihtimalle siyasi partilere dayanacaktır. Bu durum ise tartışmacıları, kontrolü kendilerinde olmayan bir kurumu savunmak açmazına sürükler.

Tartışmanın, tartışılan konu ekseninden, tartışanların kişilikleri eksenine kaymasına asla izin vermeyin.

“Düşüncenin üstesinden gelemeyen, düşünenin üstesinden gelmeye çalışır.” Paul Valéry

Öfke duygusu ve öz denetimin yitirilmesi son derece olumsuz sonuçlar doğurabilir. Böyle bir durumda tartışmaya kesinlikle son verin.

“Tartışmalarda öfkelendiğimiz zaman, gerçek için değil, kendi hesabımıza çalışmaya başlarız.” Thomas Carlyle

Öz denetiminin zayıf olduğunu bildiğiniz kişilerle hiçbir konuda tartışmayın.

Unutmayınız ki herkes her konuda sizin gibi düşünmeyebilir. Belirli bir konuda genel olarak memnuniyet hissi oluşturabilsek bile aksini düşünenler muhakkak olacaktır.

Mustafa İ. Sevimli

19 Eylül 2010 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
  • 1
  • 2
  • 3

About Me

About Me

Writer & Reader

Neque porro quisquam est, qui dolorem ipsum quia dolor sit amet, consectetur, adipisci velit, sed.

Keep in touch

Facebook Twitter Instagram Pinterest Tumblr Youtube Bloglovin Snapchat

Newsletter

Subscribe my Newsletter for new blog posts, tips & new photos. Let's stay updated!

Recent Posts

  • Rachel Corrie

    16 Mart 2024
  • 2023 Kitap Fuarları

    25 Kasım 2022
  • 2022 Kitap Fuarları

    10 Ocak 2022
  • Covid-19 Pandemisi ve Sağlık Çalışanları Üzerindeki Etkileri: Sosyolojik Perspektif

    26 Mayıs 2021
  • 2021 Kitap Fuarları

    29 Ekim 2020

Categories

  • Edebiyat (6)
  • Ekonomi (6)
  • Featured (6)
  • Genel (23)
  • İş Dünyası (9)
  • İslâmi Bakış (11)
  • Kitabiyat (42)
  • Kitap Fuarı (6)
  • Kitap Fuarı Detay (7)
  • Life (2)
  • Moments (7)
  • Nature (5)
  • Sanat (1)
  • Stories (6)
  • Tarih (4)
  • Travel (5)

About me

banner
Soledad is the best selling Blog & Magazine WordPress Theme of this year on Themeforest.

Popular Posts

  • 1

    Writing New Life Chapter

    07 Haziran 2017
  • 2

    Create your DIY Bag

    07 Haziran 2017
  • 3

    My Baby Cactus

    07 Haziran 2017

Newsletter

Subscribe my Newsletter for new blog posts, tips & new photos. Let's stay updated!

  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram
  • Pinterest
  • Tumblr
  • Youtube
  • Bloglovin
  • Snapchat

@2019 - All Right Reserved. Designed and Developed by PenciDesign


Back To Top
Mağaradakiler
  • Travel