Can Sıkıntısı


Can Sıkıntısı Nedir?

Can sıkıntısı, yapılacak bir iş olmaması ve hiçbir şeyle oyalanma imkânı bulunmaması sebebiyle duyulan tedirginlik, bunalım hali olarak tanımlanmaktadır. (TDK Güncel Türkçe Sözlük)

Özellikle ekonomik olarak iyi durumda olan her istediğini elde edebilen kişilerin bir süre sonra içine düştüğü bunalım halini de can sıkıntısı olarak değerlendirilse de yazının konusu o grup değil.

Bu tanımlamaya göre kimin canı sıkılır; işi olmayan, meşguliyeti olmayan kişilerin canı sıkılır. Can sıkıntısı uzun süre devam ederse yani kişi uzun süre yapacak bir iş ve meşguliyet bulamazsa can sıkıntısı tedirginliğe dönüşür. Tedirginlik, 1. Amaçsız ve sürekli olarak dönüp dolaşma durumu. 2. Fiziksel ve ruhsal yönden rahat olamama durumudur. (BSTS / Ruhbilim Terimleri Sözlüğü 1974)

Tedirginlik ise bir süre sonra umutsuzluğa ve çaresizliğe dönüşür.  Umutsuzluk ise geleceğe dair bir beklenti ve ümidin olmama durumudur.(Güncel Türkçe Sözlük)

Can sıkıntısının kişinin eğitim durumu, sosyal ve ekonomik durumu ile dini inanışlarına göre değişir.

Canı sıkılan, tedirgin ve umutsuz insanlar bu durumlarını belirli sürelerde aşamazlarsa kişisel olarak psikolojileri bozulur bu durum da bir hastalık halidir. Toplumda bu insanlar çoğalırsa o toplumda suç oranlarının hızla arttığı, sosyal sorunların ağırlaştığı, kişiler arasındaki ilişkilerin azaldığı ve güven duygusunu yitirmiş bir toplum yapısı ortaya çıkar.

Türk insanının genel olarak eğitim durumu düşük, ekonomik durumu zayıf ancak dini duyguları güçlü görünen bir yapısı vardır.

Türkiye’deki işsizlik rakamlarını hepimiz biliyoruz, genel işsizlik rakamlarının %15 gençler arasındaki işsizlik oranının %25 civarında olması ülkemizin sosyal dengelerini değiştirmektedir. Peki, bu insanların canının sıkılmaması mümkün mü?  Tabii ki değil. Bu ülkeyi yönetenler, bu ülkenin elitleri, aydınları kısacası elinden bir şey gelenleri oturup düşünmeli hatta düşünmeden bir şeyler yapmalılar.

Ülkemizde yaklaşık beş yüz bin kahvehane ve çay ocağı bulunmakta bu mekânların müşteri sayısı ise ortalama yirmi milyon civarındadır.[1] İşsizler buralarda vakit geçirmektedir.

Gençliğinin dörtte biri işsiz olan bir milletin de canı sıkılmalıdır, herhalde sıkılıyordur da. Kahvede oturup okey oynayan veya memleket idare eden insanlar bir süre sonra merak etme ve düşünme özelliklerini kaybederler veya köreltirler. Peki, merak ve düşünme nedir? Merak, “Bir şeyi anlamak veya öğrenmek için duyulan istek” (TDK Güncel Türkçe Sözlük). Düşünme ise 1. Zihnin bir konuyla ilgili bilgileri karşılaştırarak, aralarındaki bağlantıları inceleyerek bir yargıya ya da karara varma etkinliği. 2. Zihinden geçirme ya da zihin yoluyla arayıp bulma. 3. Tasarlama, anımsama olarak tanımlanmıştır. (BSTS / Eğitim Terimleri Sözlüğü 1974)

Aristo’ya Göre Düşünce

1. (Geniş anlamda) Aristoteles’in öne sürdüğü biçimiyle, insanı hayvandan ayıran belirgin öznitelik: Duyum ve izlenimlerden, tasarımlardan ayrı olarak usun bağımsız ve kendine özgü eylemi; karşılaştırmalar yapma, ayırma, birleştirme, bağlantıları ve biçimleri kavrama yetisi. Usun bu eyleminin ürünü düşüncedir. Düşünceler ancak düşünmenin yaratıcılığı içinde gerçekleşirler. Düşünmenin belli bir biçim almasıyla düşünce oluşur; bu da ancak dil yoluyla olur. Düşüncenin dille sıkı bir bağlılığı vardır. Düşünceler sözcüklere dökülemiyorsa, düşünme biçim almamış, düşünce olmamış demektir. Düşünme gerçek nesnelere yöneliyorsa somut düşünme, düşüncel (ideal) nesnelere yöneliyorsa soyut düşünme adını alır.

2. (Dar anlamda) Mantıksal- biçimsel olarak: Anlığın yanlış yapmadan işlemesi. Her düşünmede

a. düşünen bir özne

b. ruhsal düşünme olayı

c. düşünülmüş olan düşünce içeriği

d. düşüncenin dile getirildiği deyiş biçimi

e. düşüncenin yöneldiği konu

yer alır. Düşünme olayını, ruhbilim; düşünmenin bilgideki görevini, bilgi öğretisi; kavramsal olanla bağlantısını, mantık; varlıkla bağlantısını, fizikötesi; toplumdaki yerini, toplumbilim araştırır. ( BSTS / Felsefe Terimleri Sözlüğü 1975)

Aristo bile insanı diğer canlılardan ayıran özelliğe işaret etmişken bizim bugün kapitalizmin vahşi kurallarına gençliğimizi emanet edip kahvehanelere kapatmamızda bir terslik yok mu? Kütüphaneler boş duruyor, kimse laboratuarlar da sabahlamıyor, birkaçı dışında üniversitelerimizi lise seviyesine indirip yeni açtığımız tabela üniversitelerle övünebiliyorsak bu işte bir terslik yok mu?  Bunu sorgulamak kimin görevi? Avrupa birliğine girmek için tabiri caizse kırk takla atarak ve hayranlıkla onlar gibi olmaya çalışarak insanımızı bu boşluktan bu can sıkıntısından nasıl kurtaracağız.

Can Sıkıntısı ve Yalnızlık

Canı sıkılan insan yalnızdır, kalabalık içerisinde bile yalnızdır, çevresindekilere bakar görmez, konuşur duymaz, konuşulanları anlamaz. Aynı evi paylaştığı insanların bile farkında değildir. Bırakın dünyayı, ülkeyi yakın çevresinin bile farkında değildir. Düşünce yetilerini dondurmuş bu insanlarımızın kahvede okey oynamak ve yarar getirmeden üretmeden geçirilen boşa harcanan zamanları kişisel olduğu kadar ülke içinde kaybedilmiş milli servettir. Tıpkı trafikte en basit kurallara uymayarak veya basit tedbirleri almayarak binlerce insanın zamanını ve parasını boşa harcamak gibi bir şeydir.

Ancak yalnızlığı avantaj olarak görüp bunu faydaya çevirebilen insanlarda vardır bunlar fikir üreten güçlü ve zeki insanlardır. Yalnızlığı avantaj olarak kullanmayı bilirler. Bu insanlar da aslında kalabalıklar arasında düşünceleriyle yalnızdırlar. Bu yalnızlıklarını iyiye kullanarak tarih boyunca insanlığa hizmet etmişlerdir. En başta peygamberler, büyük âlimler, önemli bilim adamları, toplumlarını ileri götüren devrimcilerde hep yalnızdılar. Bu insanların yalnızlığı dolu dolu bir yalnızlıktır. Ve düşünen insanlar yalnız değildir. Buradan hareketle insanımızı düşünen düşündüğünü söyleyebilen, okuyan yazan ve bunlardan fayda üreten bireyler olarak yetiştirmeliyiz, buna da hemen yetişkin eğitimleri ile başlamalıyız. Topluma özellikle gençlere doğru düşünmeyi, tartışmayı, kendilerine güvenmeyi ve sorunlara çözüm üretmeyi öğretmeliyiz. Bu toplumu oluşturan bireylerin hiç değilse üniversite mezunlarına sorun çözme kabiliyeti kazandırmalıyız. Bu konuda birçok sivil toplum kuruluşu çalışmaktadır, bu kurumlara katılım arttırılmalı ve desteklenmelidir.

Can Sıkıntısı ve Sağlık

University College London’dan bilim adamları, hayatlarında çokça can sıkıntısı bulunan insanların kalp krizi veya felçten ölme riskinin, yaşamı eğlenceli bulanlardan daha fazla olduğunu bildirdiler.

Araştırma, 25 yıl boyunca takip edilen 7 bini aşkın devlet memuru üzerinde yapıldı. 35-55 yaş grubundaki memurlara sıkıntı seviyeleri soruldu ve geçen yıl Nisan ayında araştırmaya katılanlar arasında ölen olup olmadığına bakıldı. Deneklerden sıkıntılı olduğunu söyleyenlerin erken ölme riskinin yüzde 40 daha fazla olduğu ortaya çıktı.

Kadınlar, gençler ve kötü işlerde çalışanların can sıkıntısının daha fazla olduğu da belirlendi.

Bilim adamları, can sıkıntısı çekenlerin içki ve sigara gibi sağlığı olumsuz etkileyen alışkanlıklara yönelme olasılıklarının daha fazla olduğunu, bunun da ömürlerini kısaltabildiğini hatırlattılar.

International Journal of Epidemiology dergisinde yayımlanacak araştırmayı kaleme alan Martin Shipley, bulguların sıkıntıyla kalp hastalıkları arasında bağlantıyı ortaya koyduğunu söyledi. [2]

Aforizmalar[3]

“Can sıkıntısı nedir sorusuna verebileceğim en özet cevap : Yeteneklerini kullanarak fayda sağlayan bir amaca yönelik çalışmıyorsam, bunu fark etmemi sağlayacak şey can sıkıntısıdır.”

“Can sıkıntısı insan yaşamının bir parçası olması gereken normal bir his değil!”

“Parmaklarını şaklatarak yaşamını değiştiremezsin. Fakat her şey önce farkındalıkla başlar. Şimdi bu konuyu artık fark ettiğine göre harekete de geçebilirsin.”

“Yeteneklerini kullanarak fayda sağlayan bir amaca yönelik çalışmak” süslü ve kışkırtıcı bir cümle, ama gerçekten yapman gereken bu. Yeteneklerini keşfetmek, senin için faydayı tanımlamak, amacını bulmak  ve çalışmak hep senin yapacağın şeyler. Matrix filminde  Morpheus’un dediği gibi:Ben aklını serbest bırakmaya çalışıyorum ama sana sadece kapıyı gösterebilirim. Kapıdan kendin geçmek zorundasın.”

Sonuç

Yukarda da açıklamaya çalıştığım gibi can sıkıntısı pek tavsiye edilebilir iyi bir şey değildir onun için insanımıza sorun çözme kabiliyeti kazandırmalı, yeteneklerini keşfetmeyi ve faydalı biçimde kullanmayı öğretmeliyiz. Bunun için ilk adım okuma ve okuduğunu anlamayı öğretmeliyiz. Ayrıca ibadet etmekte insanları başıboşluktan, tembellikten kurtarır. Allah’a karşı görevini yerine getiren bireyler daha huzurlu ve rahat olurlar ve herkese faydalı olmaya çalışırlar.

Son olarak bu konuda söyleyebileceğim şudur. Bireyler olarak bizler kendimize bir şans daha vermeliyiz, bu cümleden tezi yok kendi yeteneklerimizi keşfetmeye çalışmalıyız, kendi kendimizin farkında olup yapabileceklerimizi araştırmalıyız bir şey bulamıyorsak birilerine sormalıyız gene sonuç alamıyorsak çok acele etmeden okumalı ve araştırmalıyız mutlaka ama mutlaka bizimde yapabileceğimiz bir şeyler var. Üstelik önce kendimiz için sonra sevdiklerimiz ve bizi sevenler için. Can sıkıntısı da ne ki?

Bazen sayfalar dolusu yazıyla anlatılamayan şeyler iki mısra ile anlatılır oda şairin yeteneği ve şiirin büyüsüdür. Bu nedenle bu yazıyı bu konu ile ilgili bir şiirle bitirmek istiyorum.

Selami Güngördü

Can Sıkıntısı

Sanki bin yaşındayım, o kadar hatıram var.

Gözleri bilançolar, manzumeler, ilamlar,

Romanslar, sevgi talan mektuplar, makbuzlara

Sarılı gür saçlara dolu bir büyük masa,

Saklamaz daha çok sır üzüntülü kafamdan,

Bu bir ehram, bir mahzen, öylesine kocaman,

Fakirler çukurundan daha çok ölüleri,

-Ben ayın tiksindiği bir mezarlığım şimdi;

Orda azaplar gibi sürünür uzun kurtlar,

En can alıcı ölülerime boyuna saldırırlar

Solmuş güllerle dolu eski bir odayım ben,

İçindeki eşyanın yıllar geçmiş üstünden,

Orda üzgün pasteller, uçuk renkli Boucher’ler,

Dağılan bir kokuyu içlerine çekerler

Bıkkınlığın yemişi, dinmez can sıkıntısı,

Ölümsüzlüğün sonsuz ölçüsünü aldı mı?

Karlı yılların ağır yumakları altında,

Topal günleri geçmez hiçbir şey uzunlukta.

-Artık ey canlı madde! Belirsiz bir dehşetin

Sardığı bir kayadan başka bir şey değilsin.

Bir sisli kum çölünün dibinde uyuklarsın,

Bir sfenks ki meçhulü aldırışsız dünyanın;

Haritada unutulmuş ama hırçın sesiyle

Yalnız şarkılar söyler, batıp giden güneşe.

Charles Baudelaire

(Çev: Suut Kemal Yetkin)


[1] Türkiye Kahveciler ve Büfeciler Federasyonu Başkanı Murat Ağaoğlu’nun, 05.01.2008 tarihli hürriyet gazetesindeki demecinden alınmıştır.

[2] http://haber.mynet.com/detay/dunya/can-sikintisi-gercekten-olduruyormus/494321

[3] http://www.beyaztavsan.com