Ehl-i Sünnet Yolu


Yüce Allâh’a sonsuz şükürler, hamdu senâlar olsun ki büyük bir lütufta bulunarak, biz kullarını Mâtürîdî veyâ Eş’arî olmak gibi ulu bir ni’mete nâil eylemiştir.

Şüphesiz ki Eş’arîlik ile Mâtürîdîlik gerek sevgili Peygamberimizin ve gerekse Ashâb-ı Kirâm, Tâbiîn (Ashâb-ı Kirâma tâbi olanlar) ve Tebea-i Tâbiîn (Tâbiîne tâbi olanlar, uyanlar) Efendilerimizin yoludur. Bu yol Cadde-i Kübrâ’dır, ana yoldur, en büyük yoldur.

Bu yol tenzîh yoludur; Yüce Allâh’ı tenzîh edenlerin yoludur, O’nu teşbîh ve tecsîm etmekten, yâni yaratılmışlara benzetmekten ve O’nun cisim olduğuna inanmaktan sakınanların yoludur.

Bu yol Allâh’ın yersiz, yönsüz ve mekânsız olarak var olduğuna, O’nun zamandan, mekândan, hacim ve cisim anlamında “yed”, “vech” ve “ayn” dan (el, yüz ve gözden), zâhir yâni görünen mânâda inmekten ve gelmekten münezzeh olduğuna inananların yoludur.

Bu yol ki, Allâh’ın Kitâbına ve Rasûlullâhın Sünnet’ine bağlılık yoludur. Bu yol ki İmâm Ebû Hanîfe’nin, İmâm Mâlik’in, İmâm Şâfiî’nin, İmâm Ahmed’in ve İmâm Evzâî gibi diğer müctehidlerin yoludur. Bu yol Cüneyd-i Bağdâdî, Şâh-ı Nakşibendi, Abdülkâdir Geylânî, İmâm Rufâî’nin yoludur.

Doğrusunu söylemek gerekirse, İslâm diyârında, özellikle memleketimizde, yâni kendi öz vatanında, 70-80 seneden beri, hattâ bir asırdan beri Ehl-i Sünnet ve Cemâat i’tikâdı; garîb, öksüz, kimsesiz, sâhipsiz ve müdâfaasız kalmıştır.

Diğer bir ifâdeyle; vâdiler ıssız, dağlar arslansız kalmıştır. Üç beş arslan kalmışsa da onlarında ses telleri donmuş, dilleri tutulmuş, bu yüzden kükremez olmuşlardır. Evet, bu sâhada suskun kalınmış, bu temiz i’tikâd, mihraplardan, kürsü ve minberlerden haykırılmaz olmuştur.

Bakılmayan, özen gösterilmeyen tarla ve toprakların yabancı ve her çeşit otlar tarafından işgâl edildiği gibi, bugün Ehl-i Sünnet ve Cemâat inancı ve i’tikâdı da yabancı, zararlı ve tehlikeli inançlar tarafından işgâl edilir bir hâle gelmiştir.

Ne yazık ki günümüzdeki meslektaşlarımız, umûmiyetle üzerlerine düşen müdâfaayı yapmamakta, bir kısmının da bu yabancı ve zararlı bâtıl inançların te’siri (etkisi) altında kaldıkları, hattâ bu inançları savunur hâle geldikleri müşâhade edilmektedir.

Nitekim bâzı meslektaşlarımızın, sapık fırkalardan olan Cehmiyye fırkasının, “Allâh her yerdedir” tarzındaki ifâdesinin doğru olduğunu, böyle söylemekte bir mahsur olmadığını iddiâ ve hattâ müdafaa ettikleri görülmüştür. Hâlbuki bu ibârenin, ne niyet ile olursa olsun, Ehl-i Sünnet’e göre söylenmesi sakıncalıdır. Açıkçası “Allâh her yerdedir” sözü, Ehl-i Sünnet’e göre yanlış ve bâtıldır. Yegâne doğru olan, الله مَوْجُودٌ بِلا مَكَانٍ  (Allâh mekânsız olarak vardır) ifâdesidir. (Geniş bilgi için bkz. “Müslüman Allâh’a Nasıl İnanmalıdır?” Sayfa 247)

Peki, bu yabancı ve zararlı inançların memleketimizde yayılma istidâdı (eğilimi) göstermesinin sebebi nedir?

Cevap:

Bunun bir tek sebebi vardır; o da bu temiz, berrak ve nezih olan Ehl-i Sünnet i’tikâdının ihmâl edilip, insanlarımıza anlatılmaması ve öğretilmemesidir.

Muhterem Hocam! Bir hoca efendi ve ilâhiyatçı olarak sen, Müslümanlara karşı sorumlu olduğun vazîfeni yapmazsan, hâliyle ve tabiatıyla yabancılar gelerek, senin memleketinde cirit atarlar, bâtıl i’tikâdlarını yayar ve satarlar. Böylece senin evlâdını, “Allâh, Arş’a istikrâr etmiş, kurulup oturmuştur, O’nun eli hakîkidir” diyen, katıksız bir Mücessim (cisimlendiren, cisim olduğuna inanan)  yaparlar.

Peki, bunun önüne geçmek için ne yapmak lâzımdır?

Bunun önüne geçmek için, doğusuyla batısıyla, güneyi ve kuzeyiyle memleketimizin bütün hocalarının harekete geçmesi ve bu hususta seferber olması lâzımdır. Şöyleki: Ehl-i Sünnet i’tikâdını, önce kendilerinin sağlam bir şekilde öğrenmeleri, sonra da halkımıza öğretmeleri lâzımdır.

Şüphesiz ki gerçek dîn âlimlerinin esas ve temel vazîfelerinden biri de Ehl-i Sünnet’e karşı olan fırkalarla mücâdele etmektir. İlmi ve imkânı olduğu hâlde, vazîfesini yapmayarak, bu mücâdeleden kaçan her Müslüman, Allâh nezdinde suçludur, günâhkârdır.

Kuşkusuz ki bu ilim, yâni tevhîd ve i’tikâd ilmi; Ehl-i Sünnet âlimlerinin de ifâde ettikleri gibi, ilimlerin en şereflisi, en gözde ve güzîdesidir.

Bu ilmin, ilimler arasında ki derecesi böyle yüce olunca, bu ilmi öğrenerek insanlar arasında yayılmasına vesîle ve sebep olanların da, Allâh nezdinde en büyük ecir ve mükâfatlara nâil olacakları, kuşluk vaktindeki güneş gibi âşikârdır, ayan beyandır.

İnşâallâh Mü’min kardeşlerim böyle eserlerin değerini, kadr-u kıymetini bilirler, öğrenip öğreterek; İslâm’a ve Müslüman kardeşlerine hizmet ederler, insanların kurtuluşuna sebep olurlar. Böylece Yüce Allâh’ın rızâsına ererler. İşte en büyük kazanç da budur.

Halit Sevimli

Daha geniş bilgi için: Halit Sevimli, Ey Müslüman Tevhide Nasıl İnanmalısın?