Bir ülkede bir yıl içerisinde ortaya çıkan gelirin o ülkede yaşayan fertler arasında hesaben (kâğıt üzerinde) dağıtılmasına gelir dağılımı denir. Kâğıt üzerindeki bu dağıtımla gerçekte yapılan dağıtım arasındaki fark hiçbir zaman kapatılamamıştır. Bununla birlikte sosyal adaletçi ve refah seviyesi yüksek toplum yapısına sahip ülkelerde bu fark azalırken, fakir veya sosyal sorunlarla uğraşan az gelişmiş ülkelerde ise artmaktadır. Gelir dağılımındaki adaletsizlik fakirliğin de en önemli nedenidir. Toplumun ürettiği gelirden yeterince pay alamayan fertler, sosyal gruplar veya bölgeler hak ettikleri veya hakları olduğunu iddia ettikleri payları almak için mücadele etmişlerdir.
Bu mücadele tarihi süreç içerisinde
- Sanayi devrimi öncesi toplumların yapılarına göre idareciler, dini otoriteler veya varlıklı kişilerin katkıları ile giderilmeye çalışılmış ancak bu konuda anlamlı bir ilerleme sağlanamamıştır. Kölelik, derebeylik, krallık, ağalık gibi ilkel yönetim tarzları ve toplumsal yapılar sömürü alanlarını kaybetmemek için bu işin tam olarak çözülmesini istemediğinden gelir dağılımındaki adaletsizlik ve yarattığı sosyal sorunlar büyüyerek gelmiştir. Bu konuda Osmanlı’nın hakkını teslim etmek gerekir. Gerek adaletli yöneticiler, gerekse İslâm dininin etkisi ile çok ciddi sosyal çalışmalar yapılmıştır.
- Sanayi devrimi ile birlikte gelir dağılımı daha önemli hale gelmiştir, çalışanların haklarını koruyacak mekanizmalar olmadığından her şey işverenin insafına kalmış ve bu konuda çok çetin mücadeleler verilerek birçok haklar elde edilmiştir. Bu mücadeleler sınıfsal çatışmaları da beraberinde getirmiştir. Bu durumun başkaca birçok sakıncası da ortaya çıkınca kamu gücü ile birçok düzenleme yapılmış ve sosyal grupların haklarını almaları sağlanmışsa da bu mücadele devam etmektedir. Geçen yüzyılın başlarında 9 Ekim 1920 tarihinde çağın önemli düşünürü ve iktisatçı Ricardo tarafından tanınmış nüfus kanunu yazarı Malthus’a gönderilmiş olan mektubun bir bölümünde Ricardo özet olarak şöyle demektedir: “Size göre iktisat bilimi ulusal refahın artış nedenlerini araştırmaktadır. Bana göre ise bilim, bu refah artışının üretime katılanlar arasında nasıl paylaşıldığını araştırmalıdır. Gün geçtikçe birinci tanımın boş ve aldatıcı olduğuna, ikincinin ise bilimin gerçek amacını yansıttığına daha çok inanmaktayım”.
- Günümüzde ise özellikle ikinci dünya savaşı sonrası devletlerin sosyal sorunlarla daha çok ilgilenmesi, gerekse de birleşmiş milletler ve birçok uluslar arası kurumun kurulması ile çalışanların hakları başta olmak üzere gelir dağılımı ve sosyal adaletin sağlanması için çok ciddi ve bilimsel çalışmalar yapılmıştır ve yapılmaya devam etmektedir.
Biz bu yazımızda ülkemizdeki milli gelirin toplumu meydana getiren bireylerin gelir büyüklüklerine göre başka bir anlatımla toplumu meydana getiren grupların %20 lik gruplar halinde milli gelirden ne kadar pay aldıklarını inceleyeceğiz.
Toplumu gelirden aldıkları paylara göre böldüğümüz de her grubun milli gelirden aldığı pay aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. 2005 den sonraki rakamlara ulaşamadığım için daha geniş bir analiz yapamıyorum ancak kabaca durum bugünde aynıdır. Belki biraz daha bozulduğunu zannediyorum. Bu tabloyu %10’luk veya %5’lik gruplar halinde incelersek daha da çarpıcı sonuçlar elde edilmektedir, ancak genel durumu görmek için %20’lik ayırım yeterlidir.
Türkiye açısından bu tabloyu birde bölgeler ve sektörel açıdan incelemek gerekmektedir, o zaman Türkiye’nin bugün yaşadığı başta göç olmak üzere birçok sosyal sorunu daha doğru tanımlama imkânı bulabiliriz.
Tabloyu %5’lik gruplara ayırdığımızda en üstteki %5’lik grup milli gelirin yaklaşık %25’ini almaktadır.
Bu tablonun bize anlattığı kısaca şudur;
- Ülkenin yarattığı gelirin yaklaşık yarısını toplumun %20’lik bir kısmı almaktadır. Bu üst gelir grubu her dönem en yüksek payı alan grup dur, sorun bunların en büyük payı alması değil en alttaki grupların ne kadar pay aldıkları ve aldıkları bu payın onların asgari şartlarda yaşamlarını devam ettirmeye yetip yetmediğidir.
- Tabloda görüldüğü gibi ortalama olarak toplumun %80’lik bölümü gelirin %50’sini kalan %20’lik grup ise gelirin %50’sini almaktadır.
- En üst gelir grubu ile en alt gelir grubu arasındaki fark dokuz kattan fazladır. Bu oranın 8 den yüksek olması durumunda sosyal sorunların ortaya çıkması muhtemeldir. Ancak ülkemizdeki aile içi dayanışma, zekat, sadaka gibi dini müesseseler ve yerleşmiş toplumsal yapı nedeniyle otoriteye başkaldırı kültürümüze yerleşmemiştir.
- En alttaki %20’lık grup açlık, ikinci %20’lik grupsa yoksulluk içerisindedir. Bu çarpıklık biran önce giderilmelidir bunun için Türkiye kalkınma ve sanayileşme stratejilerini mutlaka değiştirmelidir. Bu yapılıp çarpıklık giderilmediğinde diğer toplumsal ve sosyal ayrışma noktaları hızla incelecek ve yakın gelecekte telafisi mümkün olmayan veya faturası çok ağır sorunlar yaratacaktır. Türkiye bunu yapabilecek imkânlara sahiptir eksik olan soğukkanlı biçimde konulara çözüm aramaktan geçmektedir. Yeşil kart sayısının on milyon civarında olması da en alttaki %40’lık grubun durumunu ortaya koymaktadır. Üçüncü ve dördüncü gruptaki %40’lık grup ise eskiden orta direk denilen ücretliler ve esnafların oluşturduğu grup dur. Bunların durumu da yıllar içinde gerilemiştir.
- Sosyal devlette en alt gelir grubu gelirden aldıkları pay ile asgari yaşam koşullarına sahip olmalılar dır. Ayrıca orta direkte toplumun adeta sigortasıdır onu yok eder ve aşağıya iterseniz toplumsal doku mutlaka zarar görür ve bundan da herkesim etkilenir.
- Ekonomik krizlerin gelir dağılımına etkileri incelendiğinde görülen durum alt gelir grupları için pek de iyi değildir. Ülkemizde bu güne kadar yaşanan ekonomik krizlerin hepsinden de en üst gelir grubu karlı çıkmıştır, böylece ekonomik krizler fakirden yoksula doğru bir servet transferi operasyonlarına dönüşmüştür. Bu durum kriz öncesi ve sonrası ekonomik verilerle bakıldığında açıkça görülebilir. Özellikle 1980 sonrası uygulanan ekonomik politikalar nedeniyle tarım kesiminde çalışanlar ve ücretlilerin aleyhine olmuş ve bu grupların milli gelirden aldıkları pay azalırken faiz ve rant gelirleri artmıştır. Bu durumu en büyük 500 işletmenin bilançolarını incelediğimizde de açıkça görmek mümkündür. Rant gelirlerinin artması uzun dönemde yatırımları da olumsuz etkilemiştir.
- Siyasal çalkantılar ekonomik krizleri, ekonomik krizlerde siyasal çalkantıları tetiklemektedir sonuçta da olan alttakiler olmaktadır.
- Ülkemiz için gelir dağılımında göz ardı edilmemesi gereken diğer bir konuda gelirin bölgeler arası dağılımındaki uçurumdur. Marmara bölgesi ile ege ve Akdeniz in sahil şeridindeki nüfus ülke ortalamasının üstünde pay alırken doğu ve güneydoğu ortalamanın çok altında pay almaktadır, bu konuda yapılmış çok sayıda araştırma mevcuttur. Bunun sonucu olarak teröründe etkisi ile doğudan batıya hızlı bir göç yaşanmaktadır, göçün yarattığı sosyal sorunları hep birlikte yaşamaktayız onun için burada ayrıntıları yazmayı gerekli görmüyorum.
- Türkiye gelir dağılımını mutlaka düzeltmelidir, bunu yapabilecek akla ve imkânlara sahiptir eksik olan ülkeyi yönetenlerin irade eksikliği ve en üstteki gelir grubunun biraz fedakârlık etmesinden geçmektedir. Bu durumun düzeltilmesinden en üst gelir grubu da fayda görecektir.
Bu durum nasıl düzeltilebilir?
- Öncelikle toplumu örgütlemeli, on iki eylül sonrası dönemde yok olma noktasına getirilen sendikalar başta olmak üzere sivil toplum kurumlar güçlendirilmeli, özellikle sendikalar her iş yerinde hızla örgütlenmeli ve çalışanlar haklarını daha kolay savunabilmelidir.
- Meslek örgütleri günlük politika yapmaktan başka kendi gruplarının sorunlarına bilimsel yöntemlerle çözümler aramalı ve baskı grupları olarak etkinlik göstermelidirler.
- Kamuda işe alımlar ve yükselmeler belli kademeler hariç politik tercihlerden kurtarılmalı.
- Yatırım stratejileri gözden geçirilmeli ve işsizliği azaltacak biçimde yeni yöntemler bulunmalıdır.
- Vergi indirimleri ile çalışanlar ve küçük esnaf daha fazla desteklenmeli. Bunu yapabilmek içinde kayıt dışı ekonomiyle daha sıkı mücadele edilmeli ve sigortasız işçi çalıştırılmasının önüne geçilmelidir.
- İnsan kaynağımızın mesleki niteliklerini arttıracak daha ciddi çalışmalar yapılmalıdır.
- Tarım sektörü mutlaka ama mutlaka hızla geliştirilmelidir, sadece teşvik vermekle kalınmamalı gerektiğinde geçici olarak da olsa devlette bu alanda doğrudan yatırım yapmalıdır. Çünkü bu sektör hızlı ve büyük ölçüde istihdam yaratacak potansiyele sahiptir. Tarımla birlikte ormancılıkta yeniden ele alınmalıdır. Niteliksiz insan kaynağı tarım ve ormancılıkta kullanılarak alt gelir gruplarına kaynak aktarılmalıdır.
- Hızla yeni bir toprak reformu uygulaması yapılmalı özellikle doğu ve güneydoğudaki topraksız köylü çalışır ve üretir hale getirilmeli ve göç de önlenmelidir.
Gelir dağılımının iyileştirilmesi ve yoksullukla mücadeledeki başarı; politika yapıcılarının uyumlu davranışlarına ve bu yolla söylemin gerçeğe dönüştürülmesine bağlıdır. Aslında bu, tüm toplum düzeyinde taahhüt ve değişim kültürünün oluşmasını da gerekli kılmaktadır. Bu uzun ve zorlu bir süreçtir. Kişiler ve kurumlarda olduğu gibi sadece yeni bakış acıları, tutum ve işlevler değil aynı zamanda mevcut öğrenilmiş davranış kalıplarının da unutulması ve yenilerinin edinilmesini de gerekli kılmaktadır.
Selami Güngördü
Yararlanılan kaynaklar:
1- TÜİK, Hane Halkı Bütçe Anketleri.
2- TÜİK, Gelir ve yaşam Koşulları Araştırmaları.
3- Mahmut Bilen Muharrem Es, Gelir Dağılımı Sorunu ve Çözümünde Yeni Arayışlar, 1998 Yönetim ve Siyasette Etik Sempozyumu
4- Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-iş Konfederasyonu Yayını 2002 Ankara.
5- Umut Halaç, Yeşim Kuştepeli, Dokuz Eylül Üniversitesi, Türkiye de Bölgesel Gelirin Yakınsaması: Gelir Dağılımı Açısından Bir Değerlendirme raporu 2008
6- Türkiye Ekonomi Kurumu, Orhan Karaca Türkiye de Bölgeler Arası gelir farklılıkları, 2004
7- Devlet planlama teşkilatı, dokuzuncu kalkınma planı 2007-2013 gelir dağılımı ve yoksullukla mücadele özel ihtisas komisyonu raporu, 2007