Mağaradakiler
  • Travel
Author

Selami Gungordu

Selami Gungordu

Ekonomi

Bölgeselleşme Nedir?

by Selami Gungordu 02 Ocak 2012

Özellikle ikinci dünya savaşından sonra dünyanın hemen her bölgesinde değişik amaçlarla ekonomik birlikler kurulmaya başlanmıştır. Bunları Asya-Pasifik, Orta doğu, Afrika, Avrupa ve Amerika kıtasındaki bütünleşmeler olarak gruplandırabiliriz. Bu gruplamada dikkati çeken en önemli husus bu ülkeler arasındaki coğrafi yakınlıktır. Bu durum ulaşım, taşıma ve sınır ticareti gibi avantajlardan ve kültürel yakınlıktan, bölgedeki gelişmişlik düzeyleri arasındaki farktan doğan avantajlardan daha kolay yararlanmak istemekten kaynaklanmaktadır.

Mevcut bölgesel bütünleşmelerin ne ölçüde başarılı olduğu tek tek tartışılabilir birçoğu daha kuruluş aşamasını bile tamamlayamamış, bir kısmı ise şeklen mevcuttur. Bölgesel bütünleşme hareketlerinin yaşandığı geçmişteki yaklaşık elli yıllık dönem, hukuki alt yapının kurulmasının başarı için yeterli olmadığını göstermiştir. Birbirlerine neredeyse satacak malı olmayan ülkeler arasında kurulan bütünleşmeler, ülkelere ciddi bir getiri sağlayamamaktadır. Buna karşılık iktisaden belli bir gelişmişlik düzeyinin üstünde olan ülkelerin kurduğu birleşmeler daha fazla başarı şansına sahiptir. Bu noktadan hareketle başarılı bütünleşmeler hemen kendini göstermektedir. Bütünleşmenin derinliği ve genişliği göz önüne alındığında Avrupa Birliği’nin en ileri bölgesel ticari bütünleşme olduğu hemen ortaya çıkmaktadır, Avrupa entegrasyonu sonucunda, sanayi ürünleri sektöründe büyük çapta net ticaret imkanı oluşturulmuştur. Ayrıca NAFTA, EFTA, AFTA, APEC ve MERCOSUR günümüzde mevcut bölgesel bütünleşmelerin en önemlileridir. Bu gelişmelerin beraberinde, mevcut bölgesel bütünleşmelerin bir üst aşamada daha gevşek ilişkilerle de olsa mevcut birlik düzenini belli oranlarda gevşeterek diğer bölgesel birlik ve bütünleşme hareketi içine girmeye çalıştıkları gözlemlenmektedir. APEC bunun en önemli örneğidir. Bunlardan başka dünyanın hemen hemen her bölgesinde daha pek çok bütünleşme hareketi mevcuttur. Ekonomik bütünleşme kendi başına bir hedef değil, refahın arttırılması amacı ile kullanılan bir araçtır[1]. Bu nedenle ticari blokların dünya refahını arttıran çok taraflı ticari sistemi destekleyen mi, yoksa onu temelinden sarsan oluşumlar mı olduğu tartışılmaktadır, ancak küreselleşmenin aksi yöndeki bazı davranışlara rağmen, küresel bir dünya ekonomisi doğrultusundaki akımların daha güçlü olduğu veya giderek güçleneceği aşağıdaki sebeplerden ötürü daha akla yatkındır.

-Dünya, Pazar ekonomisi ve serbest ticaretin önemini ve değerini giderek daha geniş çapta anlamaktadır.

-Güncel teknolojik gelişme, sınır tanımadan ülkeler arasında ortaklaşa dolaşarak yeni iş alanları doğurmaktadır.

-Tek bir ülkenin kendi başına üstesinden gelemeyeceği enerji ve çevre problemleri ortaya çıkmaktadır.

-Gelişmiş ülkeler tarafından gerçekleştirilen doğrudan yabancı yatırımlar, emeğin uluslar arası dağılımını geliştirmektedir.

-Yüksek teknolojinin ve hizmet sektörünün giderek güçlendiği mevcut yapıda, her ülkenin mukayeseli üstünlüğünü etken olarak kullanması emeğin uluslararası düzeyde düzenli biçimde gelişerek yatay ve dikey dağılımını sağlamaktadır.

-Dünya nüfusunun hızla artması ve yıkıcı boyuttaki çevre problemleri ülkelerin ortak hareket etmelerini ve ortak politikalar geliştirmelerini ve işbirliğini zorlamaktadır.

-Dünya ticaretindeki bütünleşme hareketlerinin etkisi ile sermaye transferi, hizmet ve teknoloji transferi daha liberal hale gelmiştir[2].

Avrupa entegrasyonu sonucunda sanayi ürünleri sektöründe büyük çapta net ticaret oluşturulmuştur. Bununla birlikte, topluluk dışı ülkelere karşı yapılan ayırımcılık tarım ürünlerindeki korumacılık ölçüsünde olmasa da halen sanayi ürünleri sektöründe devam etmektedir. Tarım sektöründe AB ve üçüncü ülkelerde refah kaybına yol açan ortak tarım politikası nedeniyle ticaret sapması hâkim durumdadır. NAFTA’nın kurulması sonucunda meydana gelen toplam ticaret sapması bazı sektörler ve ülkelerdeki etkilerine rağmen sınırlı boyutta olduğu gözlenmiştir.

Kalkınmakta olan birçok ülke, kendi sanayisini geliştirebilmek için ihracattan çok kendi iç pazarını düşünerek hareket etmekte, bunu da kendi sanayisini dış rekabetten, yüksek oranlı ithalat engelleri ile koruyarak sürdürmektedir. Bununla birlikte birçok başka ülke, özellikle Asya’daki ülkeler politika uygulamaları konusundaki önceliği, ithalat karşıtı politikalardan çok, kendi iktisadi kalkınmalarını realize etmek için, ihracat arttırıcı politikalara yoğunlaşma konusuna vermişlerdir[3].

Çok taraflı ticaret müzakerelerine katılan birçok sanayileşmiş ülke, kendi aralarında serbest ticaret anlaşmaları yapmışlar, bunun sonucunda da sanayileşmiş ülkeler arasında ticaret politikaları uyumlaşmaya başlarken sanayileşmekte olan ülkeler arasında politika farklılıkları derinleşmiştir[4]. Gelecek kuşakların yaşayacağı sanayi-ticaret evriminin kaçınılmaz olarak bu doğrultuda olacağı savunulabilir. Bunu gerçekleştirenlerde uluslar veya milli devletler değil. Firmalar olacaktır. Bu noktada devlete düşen görev, ulusal ve uluslar arası düzeyde sistemi işletecek hukuki düzenlemelerin hazırlanmasını sağlamaktır.

Dünya ekonomisinde lider durumunda bulunan değişik ülke orijinli bir çok firma, sınır aşan iş ittifaklarına gitmektedir. Bu ittifaklar, her firmanın bireysel bazda teknik üstünlüğünü bir araya getirerek bir potada birleştirmektedir. Böylece, ekonomik ortam, firmaların teknik gelişmeleri ve keşifleri için daha verimli hale gelmektedir. Böylece koordinasyon politikası ve sınır aşan iş ilişkileri vasıtasıyla, değişik ekonomik sistemlere sahip başlıca ülkeler belli politikalar setinin oluşturduğu bir bant içinde hareket etmektedir. Bu eylem, uluslar arası ticaret ve rekabetin bir ürünüdür.

İthal korumaları, firmaları uluslar arası rekabetten izole ederek, sınırlı büyüklükteki iç pazara dönük üretim yapmaya teşvik etmektedir. Bunun sonucu olarak da kalkınmakta olan ülkelerde yerleşik birçok firma, büyük bir olasılıkla ülkenin mukayeseli üstünlüğü olmayan birçok sektörde ve küçük ölçekte faaliyet göstermektedir. İktisaden kalkınmış ülkelerde firmalar üretimlerini, büyük çapta ülke dışı rekabete açık olarak yapmaktadırlar. Ayrıca kendi ülkelerinde, aynı tür malı üreten çok sayıda firma olması da ayrı bir rekabet unsurudur.

Bölgesel Bütünleşme Çeşitleri

-Serbest ticaret bölgesi: Üye ülkeler arası ticaretten tarife ve tarife dışı engellerin kaldırıldığı bütünleşme şeklidir. Bununla birlikte her üye ülkenin üçüncü ülkelere karşı uyguladığı tarife ve tarife dışı engeller bağımsız olarak uygulanır. Bu sebepten, menşe kurallarının uygulanması önem kazanmaktadır.

-Gümrük birliği: Üçüncü ülkelere karşı uygulanan ortak bir gümrük tarifesine sahip olan serbest ticaret bölgesidir. Diğer bir deyişle gümrük birliği üye olmayan ülkelerle yapılan ticarette büyük çapta aynı vergi ve ticari mevzuat uygulaması olan serbest ticaret bölgesidir.

-Ortak pazar: Bölgesel faktör hareketliliğinin serbest olduğu gümrük birliğidir. Yani başka bir ifade ile emek ve sermayenin serbest dolaşımının sağlandığı ve hizmetlerin sınır tanımadan serbestçe ticaretinin yapılabildiği bir gümrük birliğidir.

-Ekonomik birlik: Makro ekonomik ve düzenleyici politikalar gibi bazı temel ekonomi politikalarının uyumlaştırıldığı bir ortak pazardır. Ortak pazarın zaman içinde politika uyumunu zorlaması sonucunda, ortak Pazar ile ekonomik birliğin farkının kalmayacağı, gecen zaman içinde yaygın bir görüş olarak ortaya çıkmıştır.

Bölgeselleşme Dürtüsü

Bölgesel bütünleşme doğrultusunda yoğunlaşan arzular birçok farklı nedene dayanmaktadır. Bunlar anlaşmadan anlaşmaya, katılımcı ülkelerin birinden diğerine farklılık göstermektedir[5].

-Bölgesel bütünleşmeden beklenen ekonomik sonuçlar: Ölçek ekonomisinin doğurduğu imkânlardan yararlanıp, bölgesel bazda ihtisaslaşma yoluyla pazarı genişletip sermayeyi cezbederek geleceğe dönük hızlı ekonomik gelişme arzusu. Hem gelişmekte olan hem de sanayileşmiş ülkelerde bölgeselleşmenin temel motivasyonunu oluşturmaktadır.

-Ölçek ekonomisinin çıkaracağı imkânlardan yeterince yararlanılmasını sağlamak amacıyla iç Pazar programının tamamlanması fikri.

-Ekonomik olmayan sonuçlar: Bölgesel güçlerin önlenmesi ve bölgesel güvenliğin sağlanması gibi dış politika güdüleri bölgesel bütünleşmelerin önemli bir nedenidir.

-Ticaret güvenliği: Bazı ülkelerin gelecekteki ticari risklerden korunmak için etkilendiği bir motivasyon unsurudur. Geleceğe dönük olarak pazara giriş risklerini şimdiden ortadan kaldırmak için, daha ziyade küçük ülkeler tarafından yapılan ticari anlaşmaların arkasındaki saik olarak düşünülebilir.

-Yurt içi reformlarını hızlandırma isteği: Özellikle gelişmekte olan ülkelerde iç politika reformlarını gerçekleştirme arzusunu güçlendirmektedir.

-Domino etkisi: Yeni bir bölgesel bütünleşme oluşurken veya mevcut birisi genişletilirken düzenlemenin dışındakiler için fırsat maliyeti yükselmektedir. Eğer ticaret ortaklar lehine gelişiyorsa üye olmayan ihracatçılar pazar kaybına uğrayacaklardır. Bölgesel ticari düzenlemeye yeni üyelerin katılımı sürecinde, üye olmayan diğer ülkeler aleyhine meydana gelecek ticari sapma düzenlemeye katılımın ikinci raundunu oluşturacaktır. Domino etkisi de denilen bu yönelim, EFTA ülkelerinin AB ye katılım sürecinde izlenmektedir.

Başlıca Bölgesel Birlikler

EU-European Union (Avrupa Birliği): Almanya, Avusturya, Belçika, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya Finlandiya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsveç, İtalya, Kıbrıs Rum Kesimi, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Malta, Polonya, Portekiz, Slovakya, Slovenya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya.

NAFTA-North America Free Trade Area (Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi): Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Meksika.

LAFTA-Latin American Free Trade Area (Latin Amerika Serbest Ticaret Bölgesi): Arjantin, Bolivya, Brezilya, Ekvator, Kolombiya, Meksika, Paraguay, Peru, Şili, Uruguay, Venezüella.

MERCOSUR-Southern Corn Common Market (Güney Yarımküresi Ortak Pazarı): Arjantin, Brezilya, Paraguay, Uruguay.

ECOWAS-Economic Community of the West African States (Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu): Benin, Burkina Faso, Cabo-Verde, Fildişi Sahilleri, Gambiya, Gana, Gine, Gine-Bissau, Liberya, Mali, Nijer, Nijerya, Senegal, Sierra Leone, Togo.

ECO-Economic Cooperation Organization (Ekonomik İşbirliği Örgütü): Afganistan, Azerbaycan, İran, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Pakistan, Tacikistan, Türkiye, Türkmenistan.

ASEAN-Association of South-East Asian Nations (Güneydoğu Asya Ulusları Birliği): Brunei, Endonezya, Filipinler, Kamboçya, Laos, Malezya, Mynamar, Singapur, Tayland, Vietnam.

APEC-Asia Pacific Economic Cooperation (Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği): Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Brunei, Çin, Endonezya, Filipinler, Güney Kore, Hong Kong, Japonya, Kanada, Malezya, Meksika,Papua Yeni Gine,  Singapur, Şili, Tayland, Tayvan, Yeni Zelanda.

CIS-Commonwealth of Independent States (Bağımsız Devletler Topluluğu Ekonomik Birliği): Azerbaycan, Beyaz Rusya, Ermenistan, Gürcistan, Kazakistan, Kırgızistan, Moldovya, Özbekistan, Rusya Federasyonu, Tacikistan, Türkmenistan, Ukrayna.

Selami Güngördü


[1] Willem MOLLE, The Economics of European Integration: Theory, Practice, Policy, Second Edition, Aldershot, 1994, s.471.

[2] Shinji FUKUKAWA, “The Integration of the World Economy and Chage of the Japanese-Style Ecomomic System,” Japan and the World Economy, No:3, (Ekim 1994), s.319.

[3] J. KOL, “Extent and Evaluation of Protection in Developing Countries,” Open Economies Review, No:1, (Ocak 1995), s.92.

[4] KOL, s.98.

[5] Hüsamettin NEBİOĞLU, “Bölgeselleşme Hareketleri Bağlamında 21. yüzyılda Türkiye,” http://kutup.dpt.gov.tr/ab/nebioglh/bolge.html

02 Ocak 2012 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Genel

Dünyadaki Yerimiz

by Selami Gungordu 17 Kasım 2010

Herhangi bir şeyin gerçek durumunu belirlemek için genellikle aynı mahiyetteki başka şeylerle karşılaştırılır. Günlük hayatımızda da bir mal alacağımızda aynı neviden başka ürünlerle karşılaştırarak kalitesini ve fiyatını araştırırız. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de birçok sınav yapılıyor ve o konuyu en iyi bilenler belirlenmeye çalışılıyor. İş hayatında şirketler başarılarını rakiplerine bakarak ölçüyor, rakiplerinden daha çok kâr etmişlerse kendilerini başarılı sayıyorlar. Film yapımcıları ve tiyatrocular filmlerini oyunlarını kaç kişinin izlediğine bakarak başarılarını ölçüyor.

Bu örnekleri hayatın her alanında görmek mümkün, her alanda olduğu gibi ülkelerde kendi durumlarını görmek için başka ülkelerle karşılaştırırlar ve durumlarını ölçmeye, tespit etmeye çalışırlar. Bu işleri her ülke kendi kurumları aracılığı ile sürekli yaptığı gibi birçok uluslar arası kuruluşta çeşitli nedenlerle bu işleri yaparlar. Örneğin uluslar arası finans kuruluşları kredi verecekleri ülkelerin veya şirketlerin durumlarını bilmek için bu konularda uzman değerleme veya derecelendirme kuruluşlarına büyük paralar öderler. Bu tip araştırmaları yapmak zordur onun için dünyada bu işleri yapan müşavirlik şirketleri vardır veya uluslar arası para fonu (IMF), dünya bankası ve birleşmiş milletler gibi uluslar arası kuruluşlar bu işleri yapar. Bu tip araştırma ve takip işleri sürekli yapılır. Peki, bu neden yapılır denebilir. Bunun çok çeşitli nedenleri vardır, bunu yaptıran veya yapan kurumların amaçlarına ve araştırmanın konusuna bakmak gerekir ve sonuçlarını da iyi değerlendirmek gerekir. Bu araştırmalar hem bu günü doğru tespit etmek hem de geleceği tahmin etmek bakımından çok önem taşır.

Birleşmiş milletler genellikle yapacağı yardımların amacına uygun yapılabilmesi için çeşitli araştırmalar yaptığı gibi dünyanın nereye doğru gittiğini tespit ederek gerekli tedbirlerin alınması amacıyla çok çeşitli araştırmaları sürekli yapar. Bunlara örnek olarak; anne ve çocuk ölümleri, nüfus artışı, kuraklık, iklim değişiklikleri, doğal hayatın korunması gibi araştırmaları yapar ve tüm dünyaya açıklar.

Uluslar arası para fonu, dünya bankası ve uluslar arası diğer finans kuruluşları; borç verecekleri ülkelerin durumunu çok yakından inceler hatta önceden ekonomik programlarını kendi istedikleri gibi yaparlar.

Birbirlerine rakip veya düşman ülkeler birbirlerinin ekonomik, sosyal siyasal ve askeri hareketlerini takip ederek ona göre tedbir almaya çalışırlar, hatta karşı devletin durumunu zayıflatmak için birçok karşı faaliyet yapar.

Ticari şirketlerde rakiplerini takip ederek yatırım, üretim, dağıtım, reklam ve fiyat politikalarını ona göre düzenlerler.

Siyasi partiler oy oranlarını öğrenmek için çeşitli araştırmalar yaptırırlar ve ona göre politikalarını oluştururlar.

Ülkemizde de bu gibi araştırmaları kanunla kurulmuş resmi bir kurum olan Türkiye istatistik kurumu yapar ve yayınlar başta devleti yönetenler olmak üzere herkes sonuçları kendi açısından değerlendirir ve kullanır. Ayrıca birçok özel araştırma şirketi de faaliyet göstermektedir.

Yukarıda kısaca değindiğimiz hayatın her alanındaki araştırma sonuçlarının çoğu gizli değildir ve herkese açıktır, herkes sonuçları istediği gibi yorumlar ve kullanır. Ancak yukarıda da değindiğimiz gibi araştırma sonuçları tek başına çoğu zaman anlam ifade etmeyebilir sonuçları anlamlı kılabilmek için başka şeylerle karşılaştırmak gerekmektedir. Örneğin Türkiye deki internet kullanıcı sayısı ne anlam ifade eder ancak dünyadaki diğer ülkelerdeki internet kullanıcı sayılarını da bilirsek daha bir anlam kazanır hatta her ülkenin nüfusuna göre internet kullanıcı sayısı daha bir anlamlı olur. Ayrıca bu araştırmaların sürekli yapılarak zaman içinde nereden nereye gelindiğinin tespit edilmesi de özellik arz eden bir durumdur.  İşte hayatın her alanında ülkemizin dünyadaki yerini tespit etmek ve zaman içindeki gelişmeleri izlemek ve ne durumda olduğumuzu tespit ederek ona göre tedbir almak son derece önemlidir. Çünkü o konuda ne yapacağımızı ortaya koymak için diğer ülkelerle aramızdaki farkı ve onların ne yaptığını hatta yapmayı planladıklarını bilmek gerekmektedir.

Bu yazımızda; pek çok farklı alandaki göstergeleri inceleyerek, ülkemizin dünyadaki konumunu karşılaştırmalı olarak irdeleyeceğiz.

1- Merkezi Londra’da bulunan uluslar arası düşünce kuruluşu Legatum İnstitute tarafından yapılan ve 110 ülkenin değerlendirildiği refah araştırmasında Türkiye’nin yeri.

Bu araştırma kamuoyu araştırma şirketi Gallup tarafından dünya çapında anket verileri ve Birleşmiş Milletler Gelişmişlik Raporundaki bilgiler esas alınarak hazırlanmaktadır.

Türkiye’nin Kategori Sıralaması



Refah listesindeki ilk üç sırayı kuzey Avrupa ülkeleri Norveç, Danimarka ve Finlandiya alırken Amerika Birleşik devletleri 10, İngiltere 13, Almanya ise 15. Sırada yer almışlardır. Listenin en sonunda ise Orta Afrika Cumhuriyeti, Pakistan ve Zimbabwe yer almıştır.

2- Dünya Turizm Örgütü’ne göre 2009 yılında turistlerin en çok ziyaret ettiği ülkeler arasında Türkiye 7. Sırada, turizm gelirlerinde ise 9. sıradadır.

İnternet World Stat verilerine göre 2010 yılında en çok internet kullanıcısı olan ülkeler arasında 12. sıradadır.

Uluslar arası otomobil Üreticileri Örgütü’nün 2009 yılı verilerine göre 41 ülke arasında otomobil kullanımında 18. Sırada, ticari araç kullanımında 9. sıradadır.

Economist intelligency Unit’in 2010 yılı verilerine göre dijital ekonomiye sahip ülkeler sıralamasında 70 ülke arasında 43. sıradadır.

Freedom House’nin 2009 verilerine göre basın özgürlüğü sıralamasında 196 ülke arasında 101. sıradadır.

Economist İntelligency Unit’in 2010 verilerine göre küresel barış endeksi sıralamasında 149 ülke arasında 126. sıradadır.

Dünya ekonomik Formu’nun 2009 verilerine göre Cinsiyet Ayrımcılığı konusunda 133 ülke arasında 129. sırada yer almaktadır.

Kaynak: Habertürk gazetesinin 29.10.2010 tarihli internet sitesinden alınmıştır.

3- Dünya Ekonomik Formunun 2010 raporundan Türkiye ile ilgili verileri derleyerek bir makale haline getiren Deniz Kavukçuoğlu’nun makalesinden çarpıcı bazı bilgiler şöyle. Raporda değerlendirilen 134 ülke arasındaki yerimiz.

(http://sosyalistpencere.blogspot.com/2010/10/turkiyenin-dunyadaki-yeri-20102010.html)

4- Ülkemizde eski kâğıdın geri dönüşüm oranı %39 civarındadır. Bu oran Avusturya’da %78 Japonya’da %51, Almanya’da ise %46 dır.

Kağıt-Karton üretiminde 28, Kağıt-Karton tüketiminde 25. Sıradayız

Ülkemizde kişi başına kağıt tüketimi 31 kğ (2001 yılı),

Avrupa’da kişi başına kağıt tüketimi 201 kğ

Dünya’da kişi başına kağıt tüketimi ise 52 kğ’dır

Bu verilere bakarak ülkemizdeki eğitim durumu hakkında fikir sahibi olmamak mümkün mü?

( http://www.tasucu.org/akm/maincentre/tr/centre/main.asp?icerik=sayfa&k5JyaHHwK24Cqe9WkiDe5WyyCe7MT=0&pid=60)

5- Hep söylenir, kitap okumuyoruz diye. Bu konuda bakalım rakamlar ne diyor.

Amerika birleşik devletlerinde yılda 72.500 çeşit kitap basılmaktadır, Japonya’da 42.000, bizde ise devlet yayınları ile birlikte 7.000 kitap basılmaktadır.

Her bin kişiye düşen kitap miktarı: Amerika birleşik devletlerinde 12.000, Almanya’da 2.700, Türkiye’de ise 7 kitap düşmektedir.

Bir kişinin bir yılda kitaba ne kadar para ayırdığına ilişkin rakamlar ise: Almanya’da 60, İsviçre’de 55, Japonya’da 48, Türkiye’de ise 2 sterlin dir ve Türkiye 40 sıradadır.

Türkiye’de kitap ihtiyaç listesinde 222. Sırada bulunmaktadır.

Kütüphanelerimize bir bakalım: Rusya’da 2.549 kişiye bir kütüphane düşerken, İngiltere’de 3.508, Türkiye’de ise 64.600 kişiye bir kütüphane düşmektedir.

( http://afakay7171.blogcu.com/kitap-okumada-neredeyiz-ve-dunyadaki-yerimiz/2556795)

6- Türkiye engelli insanlar için yaşaması zor bir ülkedir. Tüm çabalara rağmen bu konuda elle tutulur bir gelişme sağlanamamıştır. Kaldırımlar, alt geçitler, üst geçitler, merdivenler, tuvaletler neredeyse her şey engelli insanlarımızı görmezden gelerek yapılmaktadır. Acilen kent tasarımcılarının bu konuda bir şeyler yapması gerekmektedir. Bütün bunlar yetmezmiş gibi insanımızın bu konudaki duyarsızlığı, yardım sevmezliği ayrı bir sorun. Hiç değilse okullarda çocuklarımızı birazda olsa bilinçlendirmeliyiz, ayrıca camilerde de bu konuda cemaate bilgi verilebilir. Din görevlilerinin bu tip konularda eğitilmesi o kadar zor olmasa gerek.

7- OECD’nin hazırladığı bir rapora göre, sosyal gelişmişlik düzeyini gösteren yedi göstergeden yedisi de Türkiye için “kırmızı”

OECD üye ülkeleri sosyal gelişmişlikleri bakımından 10’a ayırdı, Türkiye nüfusa orana istihdam (2007), gelir eşitsizliği (2004-2005), 65 yaşında ömür beklentisi, bebek ölümleri, bilgi seviyesi yeterli olmayan öğrenci oranı, mutluluk algısı ve kişi başına net milli gelir (2006) göstergelerinin tamamında kırmızı ışık uyarısı aldı.  Türkiye dışında tüm göstergelerde en alttaki grupta yer alan başka bir OECD ülkesi olmadı.

1961 yılında kurulan Paris merkezli OECD’nin 30 üye ülkesi bulunuyor.

(http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&Date=&ArticleID=934717)

8- Birleşmiş Milletler Kalkınma Proğramı (UNDP) yeni düzenlenen insani gelişmişlik endeksine göre Türkiye dünyada 83. Sırada yer almaktadır. Avrupa da 47 ülke arasında ise 46. Sıradadır. Türkiye 2007 raporunda 79.sıradayken 3 yılda 4 basamak gerilemiştir. Bu rapora göre sıralamalar aşağıdaki gibidir.

Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Endeksi 2010 Raporu

Kaynak: http://www.tribundergi.com/forum/viewtopic.php?f=11&t=71258&p=3459646

Yukarıdakilere benzer onlarca araştırma daha var onlarda da sonuç aşağı yukarı aynı Türkiye dünyada pekte iyi bir noktada değil. Türkiye kısa bir süre önce G20’lerin toplantısına katıldı G20’ler arasına girmek için geçerli ölçüt ülkenin ekonomik büyüklüğü. Türkiye dünyanın 17. Büyük ekonomisi. Tabi sevinilecek bir durum temenni edilir ki ilk 10 arasına da girelim. Ancak bilinmeli ki ekonomik büyüklük bugünün dünyasında tek başına her şey demek değil. Büyük ekonomi olmak o ülkenin gelişmişlik düzeyini tanımlamıyor. Başka bir anlatımla ülkelerin gelişmişlik düzeylerini yalnızca ekonomik veriler belirlemiyor. Gayri Safi milli gelir, gayri Safi Yurt İçi Gelir, Kişi Başına Düşen Milli Gelir vb.

Bu verilerin yanı sıra gelir dağılımı, siyasal istikrar, eğitim ve sağlık, organ bağışı, ortalama yaşam süresi, hayvan hakları, engellilerin durumu, trafik kazaları, diş macunu tüketimi, gazete satış rakamları, arge harcamaları, patent sayıları, yolsuzluklar ve kamu görevlilerinin rüşvet alması, makam aracı ve lojman saltanatı, iç ve dış göç, beyin göçü gibi birçok göstergede önemli olmaktadır.

Günümüzde ülkemizde yaşanan sorunların temelinde geçmişteki politik ve idari nedenler bulunduğu bilinmektedir. Kötü yönetim, savurganlık popülizm, politik risk, ülke riskinin doğurduğu sorunlar zamanla büyüyerek bugünkü hale gelmiştir.

Bu göstergeler nasıl daha olumlu hale getirilebilir, Türkiye nasıl daha gelişmiş, sosyal ve ileri demokrasiye sahip olabilir. Bütün bunları oturup düşünmeliyiz diyeceğim ama diyemiyorum çünkü bu konulara kafa yoran çok sayıda aydın ve bilim adamı var. Türkiye’nin sorunları biliniyor bu sorunların çözüm yolları da biliniyor ama bir türlü akıl ve bilim bir arada kullanılamadığı için yol alamıyoruz biz böyle bekledikçe o muasır medeniyet dediğimiz ülkelerle aramızdaki farkta açılıyor.

Kamu görevi yapanların kamu kaynaklarını etkin ve verimli kullanmayı öğrenmesi gerekmektedir, işler taraftara, yandaşa, hemşeriye, eşe dosta değil ehil olana hak edene verilmelidir. Çözüm yolları olarak ciltler dolusu kitap yüzlerce makale, bildiri, rapor mevcuttur o nedenle bu konuda fazlaca bir şey yazmayı şimdilik gereksiz görüyorum. Ancak unutulmamalıdır ki sorunların çözümü bir bütündür bu bir anlayış veya bakış açısı meselesidir. Ülkeyi yönetenler bu sorunu aştıklarında ülke sorunlarının çözümü kolaylaşacaktır.

Türkiye de son yıllarda gelişmeye başlayan özel üniversitelere de değinmek gerekiyor çünkü gelişmiş ülkelerde bilimin gelişmesi için özel sektörün katkısı azımsanamayacak kadar büyüktür. Umarım bizim özel üniversitelerimizde bu konuda üzerlerine düşen görevi yerine getirirler. Bu bağlamda devlet üniversitelerinin de yeniden düzenlenmesi artık zorunluluk hale gelmiştir yoksa diplomalı işsiz yetiştiren kurumlar olarak devam edemezler.

Bu mücadele medeniyet mücadelesidir o kadarda kolay da değildir, hepimize kolay gelsin.

Selami Güngördü

17 Kasım 2010 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Genel

Can Sıkıntısı

by Selami Gungordu 04 Kasım 2010

Can Sıkıntısı Nedir?

Can sıkıntısı, yapılacak bir iş olmaması ve hiçbir şeyle oyalanma imkânı bulunmaması sebebiyle duyulan tedirginlik, bunalım hali olarak tanımlanmaktadır. (TDK Güncel Türkçe Sözlük)

Özellikle ekonomik olarak iyi durumda olan her istediğini elde edebilen kişilerin bir süre sonra içine düştüğü bunalım halini de can sıkıntısı olarak değerlendirilse de yazının konusu o grup değil.

Bu tanımlamaya göre kimin canı sıkılır; işi olmayan, meşguliyeti olmayan kişilerin canı sıkılır. Can sıkıntısı uzun süre devam ederse yani kişi uzun süre yapacak bir iş ve meşguliyet bulamazsa can sıkıntısı tedirginliğe dönüşür. Tedirginlik, 1. Amaçsız ve sürekli olarak dönüp dolaşma durumu. 2. Fiziksel ve ruhsal yönden rahat olamama durumudur. (BSTS / Ruhbilim Terimleri Sözlüğü 1974)

Tedirginlik ise bir süre sonra umutsuzluğa ve çaresizliğe dönüşür.  Umutsuzluk ise geleceğe dair bir beklenti ve ümidin olmama durumudur.(Güncel Türkçe Sözlük)

Can sıkıntısının kişinin eğitim durumu, sosyal ve ekonomik durumu ile dini inanışlarına göre değişir.

Canı sıkılan, tedirgin ve umutsuz insanlar bu durumlarını belirli sürelerde aşamazlarsa kişisel olarak psikolojileri bozulur bu durum da bir hastalık halidir. Toplumda bu insanlar çoğalırsa o toplumda suç oranlarının hızla arttığı, sosyal sorunların ağırlaştığı, kişiler arasındaki ilişkilerin azaldığı ve güven duygusunu yitirmiş bir toplum yapısı ortaya çıkar.

Türk insanının genel olarak eğitim durumu düşük, ekonomik durumu zayıf ancak dini duyguları güçlü görünen bir yapısı vardır.

Türkiye’deki işsizlik rakamlarını hepimiz biliyoruz, genel işsizlik rakamlarının %15 gençler arasındaki işsizlik oranının %25 civarında olması ülkemizin sosyal dengelerini değiştirmektedir. Peki, bu insanların canının sıkılmaması mümkün mü?  Tabii ki değil. Bu ülkeyi yönetenler, bu ülkenin elitleri, aydınları kısacası elinden bir şey gelenleri oturup düşünmeli hatta düşünmeden bir şeyler yapmalılar.

Ülkemizde yaklaşık beş yüz bin kahvehane ve çay ocağı bulunmakta bu mekânların müşteri sayısı ise ortalama yirmi milyon civarındadır.[1] İşsizler buralarda vakit geçirmektedir.

Gençliğinin dörtte biri işsiz olan bir milletin de canı sıkılmalıdır, herhalde sıkılıyordur da. Kahvede oturup okey oynayan veya memleket idare eden insanlar bir süre sonra merak etme ve düşünme özelliklerini kaybederler veya köreltirler. Peki, merak ve düşünme nedir? Merak, “Bir şeyi anlamak veya öğrenmek için duyulan istek” (TDK Güncel Türkçe Sözlük). Düşünme ise 1. Zihnin bir konuyla ilgili bilgileri karşılaştırarak, aralarındaki bağlantıları inceleyerek bir yargıya ya da karara varma etkinliği. 2. Zihinden geçirme ya da zihin yoluyla arayıp bulma. 3. Tasarlama, anımsama olarak tanımlanmıştır. (BSTS / Eğitim Terimleri Sözlüğü 1974)

Aristo’ya Göre Düşünce

1. (Geniş anlamda) Aristoteles’in öne sürdüğü biçimiyle, insanı hayvandan ayıran belirgin öznitelik: Duyum ve izlenimlerden, tasarımlardan ayrı olarak usun bağımsız ve kendine özgü eylemi; karşılaştırmalar yapma, ayırma, birleştirme, bağlantıları ve biçimleri kavrama yetisi. Usun bu eyleminin ürünü düşüncedir. Düşünceler ancak düşünmenin yaratıcılığı içinde gerçekleşirler. Düşünmenin belli bir biçim almasıyla düşünce oluşur; bu da ancak dil yoluyla olur. Düşüncenin dille sıkı bir bağlılığı vardır. Düşünceler sözcüklere dökülemiyorsa, düşünme biçim almamış, düşünce olmamış demektir. Düşünme gerçek nesnelere yöneliyorsa somut düşünme, düşüncel (ideal) nesnelere yöneliyorsa soyut düşünme adını alır.

2. (Dar anlamda) Mantıksal- biçimsel olarak: Anlığın yanlış yapmadan işlemesi. Her düşünmede

a. düşünen bir özne

b. ruhsal düşünme olayı

c. düşünülmüş olan düşünce içeriği

d. düşüncenin dile getirildiği deyiş biçimi

e. düşüncenin yöneldiği konu

yer alır. Düşünme olayını, ruhbilim; düşünmenin bilgideki görevini, bilgi öğretisi; kavramsal olanla bağlantısını, mantık; varlıkla bağlantısını, fizikötesi; toplumdaki yerini, toplumbilim araştırır. ( BSTS / Felsefe Terimleri Sözlüğü 1975)

Aristo bile insanı diğer canlılardan ayıran özelliğe işaret etmişken bizim bugün kapitalizmin vahşi kurallarına gençliğimizi emanet edip kahvehanelere kapatmamızda bir terslik yok mu? Kütüphaneler boş duruyor, kimse laboratuarlar da sabahlamıyor, birkaçı dışında üniversitelerimizi lise seviyesine indirip yeni açtığımız tabela üniversitelerle övünebiliyorsak bu işte bir terslik yok mu?  Bunu sorgulamak kimin görevi? Avrupa birliğine girmek için tabiri caizse kırk takla atarak ve hayranlıkla onlar gibi olmaya çalışarak insanımızı bu boşluktan bu can sıkıntısından nasıl kurtaracağız.

Can Sıkıntısı ve Yalnızlık

Canı sıkılan insan yalnızdır, kalabalık içerisinde bile yalnızdır, çevresindekilere bakar görmez, konuşur duymaz, konuşulanları anlamaz. Aynı evi paylaştığı insanların bile farkında değildir. Bırakın dünyayı, ülkeyi yakın çevresinin bile farkında değildir. Düşünce yetilerini dondurmuş bu insanlarımızın kahvede okey oynamak ve yarar getirmeden üretmeden geçirilen boşa harcanan zamanları kişisel olduğu kadar ülke içinde kaybedilmiş milli servettir. Tıpkı trafikte en basit kurallara uymayarak veya basit tedbirleri almayarak binlerce insanın zamanını ve parasını boşa harcamak gibi bir şeydir.

Ancak yalnızlığı avantaj olarak görüp bunu faydaya çevirebilen insanlarda vardır bunlar fikir üreten güçlü ve zeki insanlardır. Yalnızlığı avantaj olarak kullanmayı bilirler. Bu insanlar da aslında kalabalıklar arasında düşünceleriyle yalnızdırlar. Bu yalnızlıklarını iyiye kullanarak tarih boyunca insanlığa hizmet etmişlerdir. En başta peygamberler, büyük âlimler, önemli bilim adamları, toplumlarını ileri götüren devrimcilerde hep yalnızdılar. Bu insanların yalnızlığı dolu dolu bir yalnızlıktır. Ve düşünen insanlar yalnız değildir. Buradan hareketle insanımızı düşünen düşündüğünü söyleyebilen, okuyan yazan ve bunlardan fayda üreten bireyler olarak yetiştirmeliyiz, buna da hemen yetişkin eğitimleri ile başlamalıyız. Topluma özellikle gençlere doğru düşünmeyi, tartışmayı, kendilerine güvenmeyi ve sorunlara çözüm üretmeyi öğretmeliyiz. Bu toplumu oluşturan bireylerin hiç değilse üniversite mezunlarına sorun çözme kabiliyeti kazandırmalıyız. Bu konuda birçok sivil toplum kuruluşu çalışmaktadır, bu kurumlara katılım arttırılmalı ve desteklenmelidir.

Can Sıkıntısı ve Sağlık

University College London’dan bilim adamları, hayatlarında çokça can sıkıntısı bulunan insanların kalp krizi veya felçten ölme riskinin, yaşamı eğlenceli bulanlardan daha fazla olduğunu bildirdiler.

Araştırma, 25 yıl boyunca takip edilen 7 bini aşkın devlet memuru üzerinde yapıldı. 35-55 yaş grubundaki memurlara sıkıntı seviyeleri soruldu ve geçen yıl Nisan ayında araştırmaya katılanlar arasında ölen olup olmadığına bakıldı. Deneklerden sıkıntılı olduğunu söyleyenlerin erken ölme riskinin yüzde 40 daha fazla olduğu ortaya çıktı.

Kadınlar, gençler ve kötü işlerde çalışanların can sıkıntısının daha fazla olduğu da belirlendi.

Bilim adamları, can sıkıntısı çekenlerin içki ve sigara gibi sağlığı olumsuz etkileyen alışkanlıklara yönelme olasılıklarının daha fazla olduğunu, bunun da ömürlerini kısaltabildiğini hatırlattılar.

International Journal of Epidemiology dergisinde yayımlanacak araştırmayı kaleme alan Martin Shipley, bulguların sıkıntıyla kalp hastalıkları arasında bağlantıyı ortaya koyduğunu söyledi. [2]

Aforizmalar[3]

“Can sıkıntısı nedir sorusuna verebileceğim en özet cevap : Yeteneklerini kullanarak fayda sağlayan bir amaca yönelik çalışmıyorsam, bunu fark etmemi sağlayacak şey can sıkıntısıdır.”

“Can sıkıntısı insan yaşamının bir parçası olması gereken normal bir his değil!”

“Parmaklarını şaklatarak yaşamını değiştiremezsin. Fakat her şey önce farkındalıkla başlar. Şimdi bu konuyu artık fark ettiğine göre harekete de geçebilirsin.”

“Yeteneklerini kullanarak fayda sağlayan bir amaca yönelik çalışmak” süslü ve kışkırtıcı bir cümle, ama gerçekten yapman gereken bu. Yeteneklerini keşfetmek, senin için faydayı tanımlamak, amacını bulmak  ve çalışmak hep senin yapacağın şeyler. Matrix filminde  Morpheus’un dediği gibi:Ben aklını serbest bırakmaya çalışıyorum ama sana sadece kapıyı gösterebilirim. Kapıdan kendin geçmek zorundasın.”

Sonuç

Yukarda da açıklamaya çalıştığım gibi can sıkıntısı pek tavsiye edilebilir iyi bir şey değildir onun için insanımıza sorun çözme kabiliyeti kazandırmalı, yeteneklerini keşfetmeyi ve faydalı biçimde kullanmayı öğretmeliyiz. Bunun için ilk adım okuma ve okuduğunu anlamayı öğretmeliyiz. Ayrıca ibadet etmekte insanları başıboşluktan, tembellikten kurtarır. Allah’a karşı görevini yerine getiren bireyler daha huzurlu ve rahat olurlar ve herkese faydalı olmaya çalışırlar.

Son olarak bu konuda söyleyebileceğim şudur. Bireyler olarak bizler kendimize bir şans daha vermeliyiz, bu cümleden tezi yok kendi yeteneklerimizi keşfetmeye çalışmalıyız, kendi kendimizin farkında olup yapabileceklerimizi araştırmalıyız bir şey bulamıyorsak birilerine sormalıyız gene sonuç alamıyorsak çok acele etmeden okumalı ve araştırmalıyız mutlaka ama mutlaka bizimde yapabileceğimiz bir şeyler var. Üstelik önce kendimiz için sonra sevdiklerimiz ve bizi sevenler için. Can sıkıntısı da ne ki?

Bazen sayfalar dolusu yazıyla anlatılamayan şeyler iki mısra ile anlatılır oda şairin yeteneği ve şiirin büyüsüdür. Bu nedenle bu yazıyı bu konu ile ilgili bir şiirle bitirmek istiyorum.

Selami Güngördü

Can Sıkıntısı

Sanki bin yaşındayım, o kadar hatıram var.

Gözleri bilançolar, manzumeler, ilamlar,

Romanslar, sevgi talan mektuplar, makbuzlara

Sarılı gür saçlara dolu bir büyük masa,

Saklamaz daha çok sır üzüntülü kafamdan,

Bu bir ehram, bir mahzen, öylesine kocaman,

Fakirler çukurundan daha çok ölüleri,

-Ben ayın tiksindiği bir mezarlığım şimdi;

Orda azaplar gibi sürünür uzun kurtlar,

En can alıcı ölülerime boyuna saldırırlar

Solmuş güllerle dolu eski bir odayım ben,

İçindeki eşyanın yıllar geçmiş üstünden,

Orda üzgün pasteller, uçuk renkli Boucher’ler,

Dağılan bir kokuyu içlerine çekerler

Bıkkınlığın yemişi, dinmez can sıkıntısı,

Ölümsüzlüğün sonsuz ölçüsünü aldı mı?

Karlı yılların ağır yumakları altında,

Topal günleri geçmez hiçbir şey uzunlukta.

-Artık ey canlı madde! Belirsiz bir dehşetin

Sardığı bir kayadan başka bir şey değilsin.

Bir sisli kum çölünün dibinde uyuklarsın,

Bir sfenks ki meçhulü aldırışsız dünyanın;

Haritada unutulmuş ama hırçın sesiyle

Yalnız şarkılar söyler, batıp giden güneşe.

Charles Baudelaire

(Çev: Suut Kemal Yetkin)


[1] Türkiye Kahveciler ve Büfeciler Federasyonu Başkanı Murat Ağaoğlu’nun, 05.01.2008 tarihli hürriyet gazetesindeki demecinden alınmıştır.

[2] http://haber.mynet.com/detay/dunya/can-sikintisi-gercekten-olduruyormus/494321

[3] http://www.beyaztavsan.com

04 Kasım 2010 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Ekonomi

Gelir Dağılımı

by Selami Gungordu 19 Ekim 2010

Bir ülkede bir yıl içerisinde ortaya çıkan gelirin o ülkede yaşayan fertler arasında hesaben (kâğıt üzerinde) dağıtılmasına gelir dağılımı denir. Kâğıt üzerindeki bu dağıtımla gerçekte yapılan dağıtım arasındaki fark hiçbir zaman kapatılamamıştır. Bununla birlikte sosyal adaletçi ve refah seviyesi yüksek toplum yapısına sahip ülkelerde bu fark azalırken, fakir veya sosyal sorunlarla uğraşan az gelişmiş ülkelerde ise artmaktadır. Gelir dağılımındaki adaletsizlik fakirliğin de en önemli nedenidir. Toplumun ürettiği gelirden yeterince pay alamayan fertler, sosyal gruplar veya bölgeler hak ettikleri veya hakları olduğunu iddia ettikleri payları almak için mücadele etmişlerdir.

Bu mücadele tarihi süreç içerisinde

  • Sanayi devrimi öncesi toplumların yapılarına göre idareciler, dini otoriteler veya varlıklı kişilerin katkıları ile giderilmeye çalışılmış ancak bu konuda anlamlı bir ilerleme sağlanamamıştır. Kölelik, derebeylik, krallık, ağalık gibi ilkel yönetim tarzları ve toplumsal yapılar sömürü alanlarını kaybetmemek için bu işin tam olarak çözülmesini istemediğinden gelir dağılımındaki adaletsizlik ve yarattığı sosyal sorunlar büyüyerek gelmiştir. Bu konuda Osmanlı’nın hakkını teslim etmek gerekir. Gerek adaletli yöneticiler, gerekse İslâm dininin etkisi ile çok ciddi sosyal çalışmalar yapılmıştır.
  • Sanayi devrimi ile birlikte gelir dağılımı daha önemli hale gelmiştir, çalışanların haklarını koruyacak mekanizmalar olmadığından her şey işverenin insafına kalmış ve bu konuda çok çetin mücadeleler verilerek birçok haklar elde edilmiştir. Bu mücadeleler sınıfsal çatışmaları da beraberinde getirmiştir. Bu durumun başkaca birçok sakıncası da ortaya çıkınca kamu gücü ile birçok düzenleme yapılmış ve sosyal grupların haklarını almaları sağlanmışsa da bu mücadele devam etmektedir.        Geçen yüzyılın başlarında 9 Ekim 1920 tarihinde çağın önemli düşünürü ve iktisatçı Ricardo tarafından tanınmış nüfus kanunu yazarı Malthus’a gönderilmiş olan mektubun bir bölümünde Ricardo özet olarak şöyle demektedir: “Size göre iktisat bilimi ulusal refahın artış nedenlerini araştırmaktadır. Bana göre ise bilim, bu refah artışının üretime katılanlar arasında nasıl paylaşıldığını araştırmalıdır. Gün geçtikçe birinci tanımın boş ve aldatıcı olduğuna, ikincinin ise bilimin gerçek amacını yansıttığına daha çok inanmaktayım”.
  • Günümüzde ise özellikle ikinci dünya savaşı sonrası devletlerin sosyal sorunlarla daha çok ilgilenmesi, gerekse de birleşmiş milletler ve birçok uluslar arası kurumun kurulması ile çalışanların hakları başta olmak üzere gelir dağılımı ve sosyal adaletin sağlanması için çok ciddi ve bilimsel çalışmalar yapılmıştır ve yapılmaya devam etmektedir.

Biz bu yazımızda ülkemizdeki milli gelirin toplumu meydana getiren bireylerin gelir büyüklüklerine göre başka bir anlatımla toplumu meydana getiren grupların %20 lik gruplar halinde milli gelirden ne kadar pay aldıklarını inceleyeceğiz.

Toplumu gelirden aldıkları paylara göre böldüğümüz de her grubun milli gelirden aldığı pay aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. 2005 den sonraki rakamlara ulaşamadığım için daha geniş bir analiz yapamıyorum ancak kabaca durum bugünde aynıdır. Belki biraz daha bozulduğunu zannediyorum. Bu tabloyu %10’luk veya %5’lik gruplar halinde incelersek daha da çarpıcı sonuçlar elde edilmektedir, ancak genel durumu görmek için %20’lik ayırım yeterlidir.

Türkiye açısından bu tabloyu birde bölgeler ve sektörel açıdan incelemek gerekmektedir, o zaman Türkiye’nin bugün yaşadığı başta göç olmak üzere birçok sosyal sorunu daha doğru tanımlama imkânı bulabiliriz.

Tabloyu %5’lik gruplara ayırdığımızda en üstteki %5’lik grup milli gelirin yaklaşık %25’ini almaktadır.

Bu tablonun bize anlattığı kısaca şudur;

  • Ülkenin yarattığı gelirin yaklaşık yarısını toplumun %20’lik bir kısmı almaktadır. Bu üst gelir grubu her dönem en yüksek payı alan grup dur, sorun bunların en büyük payı alması değil en alttaki grupların ne kadar pay aldıkları ve aldıkları bu payın onların asgari şartlarda yaşamlarını devam ettirmeye yetip yetmediğidir.
  • Tabloda görüldüğü gibi ortalama olarak toplumun %80’lik bölümü gelirin %50’sini kalan %20’lik grup ise gelirin %50’sini almaktadır.
  • En üst gelir grubu ile en alt gelir grubu arasındaki fark dokuz kattan fazladır. Bu oranın 8 den yüksek olması durumunda sosyal sorunların ortaya çıkması muhtemeldir. Ancak ülkemizdeki aile içi dayanışma, zekat, sadaka gibi dini müesseseler ve yerleşmiş toplumsal yapı nedeniyle otoriteye başkaldırı kültürümüze yerleşmemiştir.
  • En alttaki %20’lık grup açlık, ikinci %20’lik grupsa yoksulluk içerisindedir. Bu çarpıklık biran önce giderilmelidir bunun için Türkiye kalkınma ve sanayileşme stratejilerini mutlaka değiştirmelidir. Bu yapılıp çarpıklık giderilmediğinde diğer toplumsal ve sosyal ayrışma noktaları hızla incelecek ve yakın gelecekte telafisi mümkün olmayan veya faturası çok ağır sorunlar yaratacaktır. Türkiye bunu yapabilecek imkânlara sahiptir eksik olan soğukkanlı biçimde konulara çözüm aramaktan geçmektedir. Yeşil kart sayısının on milyon civarında olması da en alttaki %40’lık grubun durumunu ortaya koymaktadır. Üçüncü ve dördüncü gruptaki %40’lık grup ise eskiden orta direk denilen ücretliler ve esnafların oluşturduğu grup dur. Bunların durumu da yıllar içinde gerilemiştir.
  • Sosyal devlette en alt gelir grubu gelirden aldıkları pay ile asgari yaşam koşullarına sahip olmalılar dır. Ayrıca orta direkte toplumun adeta sigortasıdır onu yok eder ve aşağıya iterseniz toplumsal doku mutlaka zarar görür ve bundan da herkesim etkilenir.
  • Ekonomik krizlerin gelir dağılımına etkileri incelendiğinde görülen durum alt gelir grupları için pek de iyi değildir. Ülkemizde bu güne kadar yaşanan ekonomik krizlerin hepsinden de en üst gelir grubu karlı çıkmıştır, böylece ekonomik krizler fakirden yoksula doğru bir servet transferi operasyonlarına dönüşmüştür. Bu durum kriz öncesi ve sonrası ekonomik verilerle bakıldığında açıkça görülebilir. Özellikle 1980 sonrası uygulanan ekonomik politikalar nedeniyle tarım kesiminde çalışanlar ve ücretlilerin aleyhine olmuş ve bu grupların milli gelirden aldıkları pay azalırken faiz ve rant gelirleri artmıştır. Bu durumu en büyük 500 işletmenin bilançolarını incelediğimizde de açıkça görmek mümkündür. Rant gelirlerinin artması uzun dönemde yatırımları da olumsuz etkilemiştir.
  • Siyasal çalkantılar ekonomik krizleri, ekonomik krizlerde siyasal çalkantıları tetiklemektedir sonuçta da olan alttakiler olmaktadır.
  • Ülkemiz için gelir dağılımında göz ardı edilmemesi gereken diğer bir konuda gelirin bölgeler arası dağılımındaki uçurumdur. Marmara bölgesi ile ege ve Akdeniz in sahil şeridindeki nüfus ülke ortalamasının üstünde pay alırken doğu ve güneydoğu ortalamanın çok altında pay almaktadır, bu konuda yapılmış çok sayıda araştırma mevcuttur. Bunun sonucu olarak teröründe etkisi ile doğudan batıya hızlı bir göç yaşanmaktadır, göçün yarattığı sosyal sorunları hep birlikte yaşamaktayız onun için burada ayrıntıları yazmayı gerekli görmüyorum.
  • Türkiye gelir dağılımını mutlaka düzeltmelidir, bunu yapabilecek akla ve imkânlara sahiptir eksik olan ülkeyi yönetenlerin irade eksikliği ve en üstteki gelir grubunun biraz fedakârlık etmesinden geçmektedir. Bu durumun düzeltilmesinden en üst gelir grubu da fayda görecektir.

Bu durum nasıl düzeltilebilir?

  • Öncelikle toplumu örgütlemeli, on iki eylül sonrası dönemde yok olma noktasına getirilen sendikalar başta olmak üzere sivil toplum kurumlar güçlendirilmeli, özellikle sendikalar her iş yerinde hızla örgütlenmeli ve çalışanlar haklarını daha kolay savunabilmelidir.
  • Meslek örgütleri günlük politika yapmaktan başka kendi gruplarının sorunlarına bilimsel yöntemlerle çözümler aramalı ve baskı grupları olarak etkinlik göstermelidirler.
  • Kamuda işe alımlar ve yükselmeler belli kademeler hariç politik tercihlerden kurtarılmalı.
  • Yatırım stratejileri gözden geçirilmeli ve işsizliği azaltacak biçimde yeni yöntemler bulunmalıdır.
  • Vergi indirimleri ile çalışanlar ve küçük esnaf daha fazla desteklenmeli. Bunu yapabilmek içinde kayıt dışı ekonomiyle daha sıkı mücadele edilmeli ve sigortasız işçi çalıştırılmasının önüne geçilmelidir.
  • İnsan kaynağımızın mesleki niteliklerini arttıracak daha ciddi çalışmalar yapılmalıdır.
  • Tarım sektörü mutlaka ama mutlaka hızla geliştirilmelidir, sadece teşvik vermekle kalınmamalı gerektiğinde geçici olarak da olsa devlette bu alanda doğrudan yatırım yapmalıdır. Çünkü bu sektör hızlı ve büyük ölçüde istihdam yaratacak potansiyele sahiptir. Tarımla birlikte ormancılıkta yeniden ele alınmalıdır. Niteliksiz insan kaynağı tarım ve ormancılıkta kullanılarak alt gelir gruplarına kaynak aktarılmalıdır.
  • Hızla yeni bir toprak reformu uygulaması yapılmalı özellikle doğu ve güneydoğudaki topraksız köylü çalışır ve üretir hale getirilmeli ve göç de önlenmelidir.

Gelir dağılımının iyileştirilmesi ve yoksullukla mücadeledeki başarı; politika yapıcılarının uyumlu davranışlarına ve bu yolla söylemin gerçeğe dönüştürülmesine bağlıdır. Aslında bu, tüm toplum düzeyinde taahhüt ve değişim kültürünün oluşmasını da gerekli kılmaktadır. Bu uzun ve zorlu bir süreçtir. Kişiler ve kurumlarda olduğu gibi sadece yeni bakış acıları, tutum ve işlevler değil aynı zamanda mevcut öğrenilmiş davranış kalıplarının da unutulması ve yenilerinin edinilmesini de gerekli kılmaktadır.

Selami Güngördü

Yararlanılan kaynaklar:

1- TÜİK, Hane Halkı Bütçe Anketleri.

2- TÜİK, Gelir ve yaşam Koşulları Araştırmaları.

3- Mahmut Bilen Muharrem Es, Gelir Dağılımı Sorunu ve Çözümünde Yeni Arayışlar, 1998 Yönetim ve Siyasette Etik Sempozyumu

4- Yoksullukla Mücadele Stratejileri, Hak-iş Konfederasyonu Yayını 2002 Ankara.

5- Umut Halaç, Yeşim Kuştepeli, Dokuz Eylül Üniversitesi, Türkiye de Bölgesel Gelirin Yakınsaması: Gelir Dağılımı Açısından Bir Değerlendirme raporu 2008

6- Türkiye Ekonomi Kurumu, Orhan Karaca Türkiye de Bölgeler Arası gelir farklılıkları, 2004

7- Devlet planlama teşkilatı, dokuzuncu kalkınma planı 2007-2013 gelir dağılımı ve yoksullukla mücadele özel ihtisas komisyonu raporu, 2007

19 Ekim 2010 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
Ekonomi

Vergi Affı!!!

by Selami Gungordu 03 Ekim 2010

Ülkemizde, yıllar içerisinde vergi affı, matrah artırımı, varlık barışı, vergi barışı, stok affı gibi birçok ad altında mali aflar çıkarılmıştır. Bu aflar neden çıkarılır? Neden bazıları yükümlülüklerini yerine getirirken bazıları yerine getiremez? gibi birçok soru sorulmalı ve cevaplar bulunmalıdır. Bu sorular cevaplanmadığı takdirde ilerleyen zamanlarda, daha çok vergi afları çıkarmak zorunda kalınacağından şüphe yoktur.

Demokrasinin iyi işleyebilmesi için, iyi bir ekonomi şarttır. Fakir veya az gelişmiş ülkelerde demokrasinin işlememesi bir rastlantı değil, normal bir durumdur. İyi bir ekonomi içinse iyi bir hukuk sistemi olmazsa olmazdır. Hukukun olmadığı ekonomiler, ya devlet ağırlıklı rekabet gücü olmayan yapılardır ya da mafya tipi yapılardır. Bu söylediklerimi tarihi süreç tüm çıplaklığıyla ispat etmiştir. Onun için ülkemizde mutlaka hukukun egemen olduğu; güçlü bir ekonomiye sahip sağlam bir demokrasi kurmalıyız. Bunların hiç birisi birbirinden bağımsız düşünülemez hepsi birbirini tamamlayan fonksiyonlardır.

Genel olarak aflar uygun zamanda ve uygun ölçekte yapıldığında yaraları sarar, aksi halde hak ve adalet duygusunu zedeler.

Bir süredir ülkemizde birikmiş vergi ve sigorta primlerinin ödemelerinde kolaylık sağlanacağı başbakan, bakanlar ve üst düzey bürokratlar tarafından açıklanmaktadır. Son birkaç yıldır süren ekonomik kriz nedeniyle birçok kişi ve şirket sıkıntıya girmiş veya iflas etmiştir. Bu durumu onlar yaratmadılar ama cezasını onlar çekmektedirler. Bu manzarayı “onlarda basiretli bir tüccar gibi davransalardı, tedbirli olsalardı” gibi sözlerle açıklayamayız. Tıpkı toplumun kredi kartı batağından çıkamadığını beylik sözlerle açıklayamadığımız gibi.  Ekonomik olayların sosyal ve hukuksal kısımlarını göz ardı ederek sonuç çıkarıp çözüm yolları aradıkça hep başladığımız noktaya ulaşırız tıpkı şimdi olduğu gibi.

Yapılmak istenen ödeme kolaylığı son birkaç yıldır devam eden ekonomik kriz nedeniyle ödenememiş vergi ve sigorta primlerinin ödenmesinde önemlidir mutlaka yapılmalıdır ancak bu çok kolay ve basit bir tedbirdir ülkemizde yıllardır her üç beş yılda bir ekonomik kriz yaşanmakta ve bundan çok fazla kişi özelliklede küçük esnaf etkilenmektedir. Bu krizlerin yaraları doğru sarılmadığı için kayıt dışı ekonomi gittikçe artmaktadır hem de her türlü önleme rağmen.

Yapılması Gerekenler:

  • Sadece ekonomik kriz dönemlerinde değil normal zamanlarda da ekonomik sıkıntıya giren veya iflas eden kişi ve kuruluşların durumları belli kuruluşlarca incelenip ekonomiye tekrar kazandırılması mümkün görülenler için acilen gerekli tedbirler alınmalıdır. Bu durumda gerekirse vergi ve sigorta primleri gibi devlet alacakları uygun biçimde ertelenmeli ceza ve gecikme zamları hiç alınmamalıdır, böylece bu kişi ve kurumlar ekonomiye kazandırılarak sayısız ekonomik ve sosyal fayda sağlanır. Bu durum mutlaka kurumsallaştırılmalıdır.
  • Çıkarılacak yasanın kapsamı biraz genişletilerek şirket bilançolarındaki herkesçe bilinen birçok bozukluk veya gerçeğe uygun olmayan durum düzeltilmelidir. Bu, denetimlerin daha sağlıklı yapılmasını da kolaylaştıracaktır. Bilançolardaki gerçek olmayan konular şu başlıklarda toplanabilir.

1- Çeşitli nedenlerle kasa hesaplarında birikmiş olan tutarlar (fiktif) paralar gerçek rakama getirilmelidir.

2- Şirket ortaklarının cari hesapları genellikle gerçeği yansıtmamaktadır, bu durum düzeltilmelidir.

3- Stok hesapları mutlaka düzeltilmelidir, stoklarda genellikle kayıt dışı alım ve satımlar nedeniyle yıllar içinde oluşmuş olan miktar ve tutar farkları giderilmelidir.

4- Stopaj ödememek için dağıtılmayan ve yıllardır bilançoda biriken geçmiş yıllar karları düzeltilmelidir.

Ancak yukarıdaki hususların tekrarlanmaması içinde ilgili yasalarda gerekli düzenlemeler yapılmalı ki tekrar aynı noktaya gelmeyelim.

Selami Güngördü

03 Ekim 2010 0 comments
0 FacebookTwitterPinterestEmail
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4

About Me

About Me

Writer & Reader

Neque porro quisquam est, qui dolorem ipsum quia dolor sit amet, consectetur, adipisci velit, sed.

Keep in touch

Facebook Twitter Instagram Pinterest Tumblr Youtube Bloglovin Snapchat

Newsletter

Subscribe my Newsletter for new blog posts, tips & new photos. Let's stay updated!

Recent Posts

  • Rachel Corrie

    16 Mart 2024
  • 2023 Kitap Fuarları

    25 Kasım 2022
  • 2022 Kitap Fuarları

    10 Ocak 2022
  • Covid-19 Pandemisi ve Sağlık Çalışanları Üzerindeki Etkileri: Sosyolojik Perspektif

    26 Mayıs 2021
  • 2021 Kitap Fuarları

    29 Ekim 2020

Categories

  • Edebiyat (6)
  • Ekonomi (6)
  • Featured (6)
  • Genel (23)
  • İş Dünyası (9)
  • İslâmi Bakış (11)
  • Kitabiyat (42)
  • Kitap Fuarı (6)
  • Kitap Fuarı Detay (7)
  • Life (2)
  • Moments (7)
  • Nature (5)
  • Sanat (1)
  • Stories (6)
  • Tarih (4)
  • Travel (5)

About me

banner
Soledad is the best selling Blog & Magazine WordPress Theme of this year on Themeforest.

Popular Posts

  • 1

    Writing New Life Chapter

    07 Haziran 2017
  • 2

    Create your DIY Bag

    07 Haziran 2017
  • 3

    My Baby Cactus

    07 Haziran 2017

Newsletter

Subscribe my Newsletter for new blog posts, tips & new photos. Let's stay updated!

  • Facebook
  • Twitter
  • Instagram
  • Pinterest
  • Tumblr
  • Youtube
  • Bloglovin
  • Snapchat

@2019 - All Right Reserved. Designed and Developed by PenciDesign


Back To Top
Mağaradakiler
  • Travel